bread

Yüksek Sadakat: Bir kahramanın içsel yolculuğu

İkinci albümleri ‘Katil & Maktûl’de bir kahramanın içsel yolculuğunu farklı bir kronolojiyle anlatan Yüksek Sadakat’ın gündemi bu aralar oldukça yoğun. ‘Hürriyet Hakkımızdır – Tren Özgürlüktür’ projesi kapsamında Hasankeyf’de bir konser veren grup, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde de hayranlarıyla buluşmaya devam ediyor. Avrupa turnesiyle suyun öte tarafına ‘merhaba’ diyen Yüksek Sadakat, Türk müziğini ‘rock’un enerjisiyle birleştiriyor.

Yüksek Sadakat’la, ‘Hürriyet Hakkımızdır – Tren Özgürlüktür’ projesi kapsamında Hasankeyf’te verdikleri muhteşem konser sonrasında bir araya geldik. Vokalde Kenan Vural, gitarda Serkan Özgen, bas gitarda Kutlu Özmakinacı, tuşlu çalgılarda Uğur Onatkut ve davulda Alpay Şalt’dan oluşan grup Kenan dışında tam kadroydu. Konser yorgunluğuna bir de grip eklenince Kenan ancak sohbetin sonuna doğru aramıza katıldı. Ancak grubuna öyle güveniyor ki, onun olmadığı sırada söylenen her şeyi kendisine de mal edebileceğimiz gönül rahatlığıyla ifade etti.

Grup ikinci albümü ‘Katil & Maktûl’ü mart ayında piyasaya sürdü. Albümdeki ‘Ben Seni Arayamam’, ‘Aşk Durdukça’, ‘Haydi Gel İçelim’ şarkılarıyla iyi bir çıkış yakalayan grup, müzikal yaklaşım adına 2006’daki ilk albümün de önüne geçiyor. İlk albümle, aralarında ‘Yılın En İyi Çıkış Yapan Grubu’ ve ‘Yılın Grubu’ ödüllerinin de bulunduğu 20’den fazla ödül kazanmış, İstanbul’dan Adana’ya, İzmir’den Trabzon’a kadar Türkiye’nin dört bir yanında onlarca konserde 300 bine yakın müzikseverle buluşmuşlardı. ‘Katil & Maktûl’ün şimdiye kadarki konser temposu ve albüm satışları dikkate alındığında ilk albümden aşağı kalmayacağı çok aşikâr.

Madalyonun iki yüzü müzik

İlk albümün ardından grubun kadrosunda bazı değişiklikler olmuş. İlk kadroda yer alan Kutlu, Serkan ve Uğur’a şimdi davulda Alpay, vokalde ise Kenan katılmış. Grupta herkesin Yüksek Sadakat’ı oluşturmak dışında müzikle ilgili profesyonel bir işi var. Bence bu özellikleriyle de nadir örnek sıfatını hak ediyorlar. Kutlu, uzun yıllardır müzik üzerine yazan çizen bir kalem. Bir dönem Bluejean dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmış, şimdilerde Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde müzik dünyasındaki gelişmeleri kendi perspektifinden ele alıyor. Serkan müzik öğretmenliği yapıyor ve onun deyimiyle “Yüksek Sadakat’le yaptığım işlerden milyonlar da kazansam müzik öğretmenliğine devam ederim” diyecek kadar bu işe kendini adamış. Özellikle de çocuklara müzik öğretmenliği yapmak denildiğinde akan sular duruyor onun için. Uğur’un stüdyosu var ve müzik teknolojisindeki gelişmeleri yakından izliyor. Kulağı en yeni ‘sound’ları keşfedecek kadar hassas ve aynı zamanda grubun da en genç üyesi. Alpay’ın ise müzik aletleri satan bir mağazası var. Onlar için madalyonun iki yüzü de müzikle dolu ve sanki iki yüz de birbirinden güç alıyor gibi.

Bodrum’a 20, Hasankeyf ilk

Sohbete doğal olarak Hasankeyf’teki konserle başlıyoruz. Gerimizdeki televizyonda da konserden çekilmiş görüntüler oynamaya başlıyor. “Nasıldı” diyorum, “o heyecan, o coşku? “İşte” diyorlar, ekrandaki coşkulu kalabalığı işaret ederek. Gerçekten kendinden geçmişçesine alkışlayan, şarkılara tempo tutan bir dinleyici kitlesi var ekranda. İyi de ben onların şarkılarındaki gibi şiirsel deyişlerle zenginleştirilmiş bir gözlemi ve yine böylesi bir yorumlayışı duymak için sabırsızlanıyorum. Nihayet Kutlu’nun söze başlamasıyla muradıma eriyorum: “Aynı anda hem 10 bin yıllık bir tarihin yanı başında olmak hem de çok özel bir coğrafyanın içinde şarkı söylemek ister istemez etkiliyor insanı. Burada birçok ünlü sanatçı gibi bizim de konser vermemizdeki öncelikli amaç, Hasankeyf’in sular altında kalarak böylesine büyük tarihsel bir mirasın bir süre sonra insanlar tarafından görülemeyecek olmasına dikkat çekmek, bununla ilgili kamuoyundaki farkındalığı artırmak ve mümkünse bu gidişi tersine çevirmekti. İyi bir amaç için oradaydık ve bunun yarattığı duygu yoğunluğuna daha önce hiç çalmadığınız ve nasıl olacağını tahmin edemediğiniz bir dinleyici profiliyle birlikte olmanın getirdiği heyecan eklenince yaşadığımız deneyim daha bir anlam kazandı. Kendi adıma enerjisi yüksek ve çok keyifli bir konser geçirdim. Bazen sahnedeyken seyircinin coşkusuyla kendinden geçersiniz ya, işte benim bunu yaşamama ramak kalmıştı diyebilirim. Bütün bu farklı farklı heyecan ve meraklar her birimiz için çok ama çok anlamlıydı.”

Grup üyelerinin tamamı Hasankeyf’i bu konser sayesinde görmüş. Serkan, konserin yapılacağı alana geldiklerinde bir yanda Dicle ve Uzunköprü’nün yer aldığı o muhteşem manzara karşısında büyülendiklerini söylüyor. Pişmanlıklar da işte o an yaşanmaya başlıyor: “Bunca zamandır 15-20 kez Bodrum’a gidiyoruz da neden Hasankeyf’e bir kez olsun gelmiyoruz? İşte bu soruyu sorduk kendimize. Aslında nedenleri biliyoruz da. Bu konser sayesinde gördük ki oraya gitmek, o insanlara ulaşmak çok kolay. Yöre halkı da çok cana yakın ve samimi. Kendi kendimizle bir hesaplaşma yaşamadık değil ve ben açıkçası daha önce gitmediğime pişman oldum.”

Önce çarşı sonra yemek

Hasankeyf’e konser için gelen grup, sınırlı zamanlarında önce şehrin çarşısını gezmiş sonra da geleneksel tatların peşine düşmüş. Serkan, “Konser için gittiğimiz yerlerde zaman elverdiği ölçüde önce minik bir çarşı turu ardından da gurme turu yapmak grup olarak adetimiz” diyor. Her ne kadar bu adet şimdilik bünyelerde bir farklılık yaratmamış gibi gözükse de grubun konser maratonu arttıkça orantı hesabı aleyhlerine işlemeye başlayabilir.

Konser demişken, Yüksek Sadakat, bu dergi hazırlık sürecindeyken bir de Avrupa turnesi yaptı. Almanya ve Hollanda’da konserler veren grup üyeleri, suyun öte yanında da sevenleriyle buluştu. Dünya görüşleriyle ters düşmedikçe her yerde konser vereceklerini söyleyen Kutlu, “Müzik dinlemeyi çok da farklı faktörlerle anlamlandırmak müzisyenin işi değil bence” diyerek sanki böyle yapanlara bir mesaj veriyor.

Yoksa dejavu mu?

Hasankeyf’teki konserde Yüksek Sadakat’tan sonra sahneyi Süperstar Ajda Pekkan aldı. Yıllara meydan okuyan süperstar kırmızılı kıyafetinin içinde o gece en sevilen şarkılarını Hasankeyfliler için söyledi söylemesine ama gönül isterdi ki en azından bir parçada Yüksek Sadakat’le düet yapsın. “Katil & Maktûl” de 10. sırada yer alan ‘İçimde Yağmur’ adlı parça da bunun için biçilmiş kaftan. Zira albümde bu parçada Kenan’a o güzel sesi ve muhteşem yorumuyla Zeynep Casalini eşlik ediyor. Süperstar ve Hasankeyf konusunu bitirmeden önce Uğur’un, Ajda Pekkan’la ilgili anlatacağı bir anısı olduğunu öğreniyoruz. Meğer ikilinin tanışması yıllar öncesine dayanıyormuş! “Benim için Ajda Pekkan’la aynı sahneyi paylaşmanın iki yönlü bir heyecanı vardı. 1984’te ben sahneye ilk çıktığımda Ajda Pekkan yine ordaydı. İzmir Fuarı’nda ‘Büyük Kabare’ oynanıyordu ve ben de o gösteride davulcunun arkasında duruyordum. Daha beş yaşındaydım. Davulcu boşta duran bir tumbayı ve bagetleri elime tutuşturdu, ben de kendimce takılıyordum. Benim için Türkiye’nin en iyi sesi Ajda Pekkan’dır, gerçekten süperstar sıfatını hak eden bir isimdir. Onun şarkılarıyla büyüdüm. Gençlik idolümle üstelik de Hasankeyf gibi tarihi bir mekanda aynı sahneyi paylaştığım için bu konser benim için çok özeldi.”

Bir hikaye, on farklı bölüm

Katil&Maktûl, konsept bir albüm olarak müzik piyasasına sunuldu ama grup ‘hadi konsept albüm yapalım’ fikriyle yola çıkmamış. Şarkılar ortaya çıktıkça albüm de bu rotaya girmiş. Konsept albüm en basit tanımıyla belirli bir tema etrafında dönen albüm demek. Tema ise şarkıları üretene kalmış bir durum. Bu albümdeki tüm şarkılar tıpkı ilkinde olduğu gibi Kutlu’nun elinden çıkma, grup son düzenlemeyi yapmış. Kutlu, şarkıları oluştururken aynı meselenin farklı yönleriyle ilgili şarkılar çıktığının pek farkında olmadığını, sonra bütüne baktıklarında bunu hep birlikte gördüklerini söylüyor.

Aslında bir fikir etrafında birleşen konsept albüm, müziğin ya da albümün kaliteli olup olmamasına etken değil, ancak kolay bir iş olmadığı da kesin. Bu yüzden çok tercih edilmiyor zaten. Serkan, konsept albümün müzikal bütünlük ve içerik olarak iki türünden söz ediyor. “Konsept albümde ya müzikal anlamda parçalar arasında bir bütünlük sağlarsınız ya da sözel anlamda bir hikaye anlatırsınız. Bir de ikisinin bir arada yapıldığı işler vardır ki işte o zaman tadından yenmez. Pink Floyd’un ‘The Wall’ albümü gibi. Katil & Maktûl ise sözel anlamda bir kahramanın içsel yolculuğunu anlatan konsept bir albüm.”

Kutlu, albümde bir hikayenin farklı bölümleri olmakla birlikte hikayelerin dizilişinde belli bir kronoloji izlemediklerinin altını çiziyor. Albümü dinledikçe bu önerme de doğruluk kazanıyor. Yoksa albümün ‘Babamın Evinde’ ile başlayıp, ‘Yavaş’ ile devam etmesi, en sonda da ‘Haydi Gel İçelim’i dinlememiz gerekirdi.

Ortak akıl grup felsefesi

Müzik dünyasında gruplar için tehlikeli sayılabilecek durumların başında vokal ayrılıkları gelir herhalde. Hele de vokal şarkılara sadece sesiyle değil, söz ve besteleriyle katkıda bulunuyorsa ayrılık sonrası o grubun toparlanması epey zaman alabilir, şansız olanlar ise müzik dünyasından silinir gider. Yüksek Sadakat’te yaşananlar farklı. Kenan’la yeni bir soluk kazanan grup vokal değişikliğini kilometre göstergesinde lehlerine çevirmiş. Davulda da Alpay, yılların birikimiyle onların yanında olmuş. Peki nedir bu grubun DNA’sı? Kimi nasıl etkiliyor, kimden nasıl etkileniyor? Yanıt Kutlu’dan geliyor. “Grubun içersinde insanların kendilerini ifade etme yollarını kapatmadığınız sürece, herhangi bir kişilik sorunu da yoksa DNA’nın oluşması çok zor olmaz. Bütün problemler bu iki sebepten çıkar. Ya grup bir-iki kişi tarafından domine edilir ve öbürlerine kendilerini ifade etme seçenekleri sunulmaz, sıkıntı baş gösterir ya da birinin egosantrik durumları daha fazla tolare edilmez ve grupta ayrılık yaşanır. Kenan’ın öyle bir ego problemi olmadığı için gruba rahatça nüfuz etti. Ancak asıl konu hiçbirimizin gruptaki varlığını bir süs varlığı olarak görmemesidir. Hepimizin aklında müziği üretmek adına ‘kısayol’lar olabilir ve zamandan tasarruf edebilmek adına da bu yolu dikte etmek isteyebiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki kısayol yaptığınız veya bunu dikte ettiğiniz zaman grup elemanlarının ilerideki potansiyel katılımlarını da bloke etmiş olursunuz. Bu şekilde onlar da kendilerini gereksiz gibi hissetmeye başlar ve sadece bir profesyonel gibi işlerini yapıp giderler. Biz böyle olmamasına dikkat ediyoruz. O an can sıkıcı, anlamsız ya da mantıksız gelse de dinliyor ve olamayacağını önce fikri ortaya atanın yaşayarak deneyimlemesini istiyoruz.”

“Şiir gibi yazıyorum”

Gelelim şarkıların sözlerine. Yüksek Sadakat imzalı iki albümde de şarkı sözlerinde yalın ve naif bir anlatım dikkat çekiyor. Aşık Veysel’in deyişlerindeki sadeliği anımsatıyor sözler. Öte yandan satır aralarında batılı bir duyuş kendini hissettiriyor. Bir sentezden mi bahsediyoruz, yoksa matematiksel bir kurgudan mı, bilinmez. İlginç olan şu ki besteler, sözlerden önce ortaya çıkıyor. Bizim için şaşırtıcı olsa da şarkılara hayat veren Kutlu Özmakinacı için bu çok doğal bir durum. Şarkı sözleri için fazlasıyla şiir gibi görünüyor dediğimizde gülerek, “Şiir gibi yazıyorum, doğrudur” diyor. Nedenini de şöyle açıklıyor: “Tek başına müzik olmadan da okuyabileceğiniz sözler olduğunu kabul ediyorum. Açıkçası böyle olsun diye yapmıyorum. Önce besteyi yaptığım için de şiir değiller temelde. Çok okumakla alakalı bir durum. Şarkıların şiir algısı yaratan matematiksel bir görüntüsü de var ama onlar müziklerin bana ifade ettiği hikayeler aslında. Fakat hiçbir zaman benim hayatımdan, geçmişimden ya da bildiklerimden bağımsız değiller. Zaten hissetmediğiniz, bilmediğiniz, yaşamadığınız bir şeyi söylemeniz, onun inandırıcılığını en başta ortadan kaldıracaktır. Ben bir beste yaptığımda oradaki melodik yapı, beni hangi duyguları hissetmeye yöneltiyorsa, sözleri yazarken de o duyguların peşine düşüyorum.”

Yüksek Sadakat imzalı şarkı istiyorum

Evet, çıkan iki albümdeki tüm eserler Kutlu Özmakinacı’ya ait ama şarkılara son rötuşu grup hep birlikte yapıyor. Dinleyicinin şarkıyı daha hızlı ve kolay algılaması adına yapılan dokunuşlar bunlar. Kutlu da buna açık olduğunu söylüyor: “Bazen konuyu çok uzatmış olabilir ve bir an önce sadede gelmeniz gerekebilir. Şarkının trafiğine dönük, yerinde müdahalelerdir bunlar. Ancak anlam bakımından o kelime çıksın, bu girsin gibi yaklaşımlar olmuyor. Çünkü ben memnun olmasam zaten şarkıyı grubun önüne çıkarmam.”

Bir şarkının olduğunu anlamak için herhalde içgüdüsel bir seziş kabiliyetine de sahip olmak gerekiyor. 20 yıldır müzikle iç içe, yazan, besteleyen, çalan, söyleyen Kutlu için bunu hissetmek artık herhalde daha kolay. Müzik kariyeri boyunca birbirinden ilginç isimlerle çalışmış, diskoteğinde çok sayıda parça biriktirmiş. Onun açtığı yoldan grup üyeleri de emin adımlarla ilerliyor, aralarında bazılarının beste çalışmaları var ki bunların sonraki albümlerde değerlendirileceğinden kuşku yok. Dolayısıyla Yüksek Sadakat için bir başka söz ya da beste arayışı söz konusu değil, aksine grup bu yönde kendilerine gelebilecek tekliflere açık olduklarını söylüyorlar.

Şarkılarda din vurgusu az

Yüksek Sadakat’in kendini benzer gruplardan ayrıştırmasında sunduğu argümanlardan biri kendileri gibi müzik yapanların az olduğu önermesi. Peki, Yüksek Sadakat nasıl müzik yapıyor? İşte asıl soru bu. Kutlu, Türkiye’de bugün rock müzikle ilgilenen gruplar arasında dini temalara vurgu yapan tek grup olduklarını söylüyor. Gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Din inançlardan bağımsız olarak, hayatın çok temel parçalarından biri ve aynı zamanda kültürel bir olgu. Din hepimizin hayatımızda oldukça etkili ve önemli bir yer kaplıyorken nasıl oluyor da şarkılarda bu kadar az yer kaplıyor. İşte garipsediğim nokta bu.” Alpay bu durumu dinin tabu gibi algılanmasına bağlıyor. A derken B anlaşılma korkusu belki de insanları alıkoyan neden. Kutlu, yanlış anlaşılacak sözler yazmadıktan sonra bunun bir tehlike olmayacağını ifade ederek, “Bizim sözlerimiz hem biçimselliği ve içeriği zedelemiyor hem de insanları rahatsız etmiyor. Anlatmak istediğimiz konuya daha güçlü anlamlar katıyor. Mekke ya da Kudüs derken turistik bir geziyi değil, içsel bir yolculuğu anlatmaya çalışıyoruz. Burada hiç kimseyi rahatsız edecek bir nokta yok. Peki, neden bunu şimdiye kadar kimse düşünmedi de ben düşündüm? İşte bizim farklılığımızın bu olduğunu düşünüyorum.”

TRT Radyo 1’de her pazar

Yüksek Sadakat’in bir de radyo macerası var. Bir yıldır TRT Radyo 1’de ‘İhtimaller Denizi’ adlı bir program yapıyorlar. Tüm grup üyelerinin katıldığı program çeşitli bölümlerden oluşuyor ve her bölümü grup üyelerinden biri hazırlayıp sunuyor. Daha çok yabancı ağırlıklı çalmakla beraber Türk Rock’undan da esintiler var. Serkan ‘baştan sona müzikal bir sohbet bizimkisi. Sağlam bir dinleyici kitlesi oluşmaya başladı, web sitemize gelen yorumlardan anlıyoruz bunu. Sonuçta biz amatör bir ruhla yapıyoruz radyoculuğu, belki de bu samimi geliyor dinleyene. Bu arada programda albümü çıkmış, sesini duyuramamış arkadaşlarımıza da sık sık yer veriyoruz.

Radyo mekanı TRT olunca ister istemez Erovizyon sorusu gündeme geliyor. Çok hazırlıklılar, çünkü sıklıkla bu soruyla muhatap olmuşlar ama tam bir uzlaşma var mı derseniz, orası biraz belirsiz. Kutlu, grup olarak müziği yarıştırma fikrine sıcak bakmadıklarını söyleyerek, “Ya iyi müzik vardır ya yoktur. Erovizyon’da ise ülkelerin birbirleriyle olan politik ilişkilerinin getirdiği sübjektif bir bakış açısı var. Orada olmanın bir müzisyene ne gibi bir faydası olabilir ki?” diyor. Serkan ise eğer teklif gelirse ülkeyi temsil etme fikriyle bu düşünce arasında bir ikilem yaşayacaklarına kesin gözüyle bakıyor.

Meslek birlikleri birleşmeli

Yüksek Sadakat, Türkiye’de müzik alanında dört meslek birliğinin birleşmesi ve tek çatı altında toplanması gerektiğine inanıyor. Grup şimdi MESAM üyesi ama daha önce Musiki Eseri Sahipleri Grubu Meslek Birliği (MSG) çatısı altında da olmuşlar. Hatta Kutlu, MÜYORBİR’de Ali Kocatepe’nin listesinden aday bile olmuş, seçilememiş ama böyle bir teklif alması onu çok onurlandırmış. Benzer teklifler gelirse seve seve görev alacağını söylüyor. Ona göre müzik dünyasının zorluklarını yaşayan herkesin elini taşın altına sokması gerekiyor. Gelecek nesillerin müziklerine daha rahat konsantre olmasına ancak bu şekilde katkıda bulunabileceklerini düşünüyor.

Büyük bir fikir hırsızlığı var

Albümdeki tüm eserler Kutlu Özmakinacı tarafından üretildiğinden haklı olarak telif sorusunun muhatabı da o oluyor. Kendince adil bir değerlendirme yaparak söze başlıyor: “Benim şarkımı söyleyen müzisyen arkadaşın gidip yakasına yapışacak halim yok, çünkü çok zor şartlar altında çalıştığını biliyorum. Fakat daha büyük yayıncılar, radyolar, televizyonlar, otellerin telif ödemeden şarkıları kullanmaları beni çok rahatsız ediyor. Çünkü ortada düpedüz bir fikir hırsızlığı var. Benim yarattığım ve ortaya çıkması için yıllarımı verdiğim bir olayın sonucunda ortaya çıkan fikir ürününü kendi çıkarı için pazarlayarak kullanıyor ve bunun karşılığında bana hiçbir şey vermiyor. Bu çok ama çok rahatsız edici bir durum.”

Teknoloji müziği başkalaştırdı

Söyleşinin son sorusu müzik dünyasındaki değişime dair. Yüksek Sadakat üyeleri bu değişimi gelişim mi yoksa kısır bir döngü olarak mı yorumluyor? Merak ettik sorduk. İlk yanıt Kutlu’dan geldi: “Müzikteki en önemli değişim, türler veya yeni gruplar değil. Teknoloji ve onun getirdikleriyle alakalı bir değişim söz konusu olan. Ben dijitalleşmenin, ses kayıt teknolojisinin keşfedilmesinden bu yana müzik endüstrisinde gündeme gelen en büyük gelişim ve değişim olduğunu düşünüyorum artık. Nereye doğru gideceğini tahmin edebiliriz ama tam olarak bende nereye doğru gideceğini bilemiyorum. Sadece bireyselleşmenin daha da artacağına, müziğe insanlar tarafından daha kolay ulaşılabileceğine, müziğin daha kolay üretilebileceğine ve aynı zamanda daha kolay geniş kitlelere müziğin duyurulabileceğine inanıyorum. Daha kontrolsüz ama daha yaratıcı bir ortam olacağını düşünüyorum. Bence bunlar çok önemli gelişmeler.”

Serkan teknolojinin bireysel özgürlükleri artırdığını ve isteyen herkesin evde kendi albümünü yapabilecek donanıma kolaylıkla kavuşabileceği bir dijital devrimi yaşadıklarını söylüyor. Eskiden evde sinema zevkini yaşamak için ‘home theatre’ sistemi kuruluyorken şimdi basit bir iki cihaz yardımıyla herkesin kendi müziğini yapabileceği bir duruma geldik. Serkan birilerine bağlı kalmadan böyle naif çabalarla müzik üreten çok sayıda grup olduğunu ifade ediyor. Zaten sanal alem de bu üretimleri pazarlama adına sınırsız seçenek yaratıyor. Bu süreci müzik şirketleri de yakından takip ediyor. Onlar da eskisine göre albüm satışlarının düştüğünün farkında ve bunda tek etken illegal ‘download’ kültürünün alıp başını gitmiş olması değil. Bu değişime ayak uyduracak çözümleri üretememiş olmak da ciddi bir zaaf. Serkan böyle bir süreçte menajerlik sisteminin bile yeni bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğunu söylüyor.

Teknoloji var, şarkı yok!

Grubun genç üyesi ve müzik teknolojisindeki gelişmeleri profesyonel mesleği gereği yakından takip eden Uğur’un da bu konuda söyleyecekleri var: “Okullardan yetişen ve bu teknolojiyi özümseyerek gelen benden de genç bir nesil geliyor ama şarkı yok. Şu an müzik dünyamızda dikkat çeken bir şarkı bulmakta açıkçası çok zorlanıyorum. Teknik olarak süperler, en son teknikleri kullanıyorlar, altyapıda güzel fikirler uygulanıyor, bazen şaşırtıcı uygulamalar bile yapılıyor ama şarkılar kötü. Müzikalite tamam da şarkı sıkıntısı çok yoğun yaşanıyor. Herkesin “ben de yaparım” demesinden doğan bir şarkı kirliliği başladı. Pop zaten böyleydi ama artık Rock için de bu durum söz konusu. İşim gereği önemli sanatçılarımızın dünyayı takip etmeye çalıştıklarını hemen fark edebiliyorum fakat maalesef yapılan şarkılar bunları kaldırmıyor. Hatta elektronik müziğin dilimizle uyumunu da iyi kurabilmiş değiller. Bu durumun düzeleceğini umut ederek bir geçiş döneminde olduğumuzu düşünmek istiyorum.”

Türk geleneğini yeni baştan yazmayı amaçlıyorum

Hayal gücü ve biçime çok önem vermişimdir. Şarkı sözü dediğimiz aslında geleneksel bir yapıdır. Hangi kelimelerin şarkıların içerisinde daha iyi duracağı, yüzlerce yıllık deneyimin ürünü olarak ortaya çıkar. Öyle kelimeler öyle yapılar vardır ki onlar zaten yüzlerce yıldır denenmiş ve test edilmiştir. Ben bunları bugün tekrar tekrar farklı kelimelerle üretmeye çalışıyorum. Yani Türk geleneğini yeni baştan yazabilmeyi amaçlıyorum. Bu sadece benim kendi adıma uğraştığım konulardan biri. Benim gibi başkaları da olacaktır ve gelenek yenilenecektir, ölmeyecektir. Yani modernlik ile gelenekselliği aynı anda bir araya getirmek gibi kolay olmayan ve benim kendi adıma birikimimi çok fazla okumama bağladığım bir durum var. Şarkı sözlerini de oradan çıkartıyorum.

Yüksek Sadakat’le yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 14. sayısında (Ocak 2010) yer aldı. Türkşan Karatekin tarafından yapılan söyleşinin fotoğrafları Yüksek Sadakat grubundan edinildi. Konunun sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.