bread

Animasyon dünyası

Tuna Bora (ACI ’05) Animasyon dünyasında gencecik bir İzmir Amerikanlı

Tuna Bora (ACI ’05) karakter tasarımı yapıyor. Daha yolun çok başındayken ne yapmak istediğine karar vermiş ve onun peşinden gitmiş. Şimdi animasyon dünyasında yarattığı karakterlere yer bulmak için çalışıyor. Los Angeles’ta yaşayan ve çalışan Bora’nın hikayesi “ne istediğini bilirsen ona bir gün mutlaka ulaşırsın” lafını doğruluyor.

Özgeçmişinizde İstanbullu olduğunuzu okuduk. Daha lise yıllarındayken İstanbul’dan İzmir Amerikan Koleji’ne gelme kararını nasıl verdiniz?

Açıkçası şimdilerde düşününce on üç yaşındayken gözünü bile kırpmadan alıp başını İzmir’e taşınmış olmak bana bile ilginç geliyor. Ortaokulda İngilizce değil Almanca görmüştüm, dolayısıyla İngilizcem çok da güçlü değildi. Liseye başlarken yurt dışında okumaya yönelik düşüncelerimin tohumları çoktan ekilmiş olduğundan Amerikan Bord okullarına yöneldim. Ailemin gösterdiği olağanüstü destekle de atılması zor gibi gözüken bu adım benim için inanılmaz bir deneyim oldu.

İzmir Amerikan Koleji’ndeyken hangi kulüplerdeydiniz? Okul sizi yeteneğiniz konusunda nasıl yönlendirdi?

ACI’da okuduğum zaman dilimi içerisinde ne yazık ki görsel sanatlara ağırlık veren veya yol gösteren kulüpler yoktu. Ancak bu durum beni yeni şeyler denemeye itti ve böylece kazanmış olduğum deneyimler, zaman içerisinde bana birçok farklı konuda yardımcı oldu. Birçok kulübe katıldım ancak bazıları hayatımda ötekilerden daha önemli yer tuttular. Yıllarca tiyatro kulübündeydim. Oyunculuğa yönelik güçlü bir eğilimim yoktu ancak sahne arkasında müziğe ve ışığa yardımcı oldum. Hatta sonraki yıllarda yardımcı yönetmenlik yapma fırsatım bile oldu. Bunun yanı sıra, okulda düzenlenen Moods ve Music Night’larda arkadaşlarımla beraber sahneye çıkmışlığım da var. Hatta bir sene Bazaar Day’in poster ve biletlerde yer alacak logosunu tasarlama şansına da eriştim. Bunlar yer aldığım eylemlerin kendisinden çok grup arkadaşlarımla olan iletişim yeteneğimi güçlendirdi ki bu iş hayatımda yararlandığım en önemli yeteneklerden birisidir.

Aile üyelerinizin de sanatçı yönlere sahip olması sizi bu mesleğe yönlendiren önemli bir faktör denilebilir mi?

Beni özellikle yapmak istediğim mesleğe iten güç, annem ve babamın meslekleri değildi. Ancak küçüklükten beri bu konuda ailemden direnç görmemiş olmamın bana bu yolda destek olduğunu düşünüyorum. Daha da önemlisi o zamanlar farkında olmasam da, kendi işini kurmuş ve sanatla uğraşan iki insanın başarılı bir hayat kurabildiklerini ve rahat geçinebildiklerini görerek büyümek bu yönde şüphe duymadan ilerlememe olanak sağladı.

Moda ve takı tasarımı konusunda da çalışmalarınız olmuş. Sonra ne oldu da karakter tasarımcılığında karar kıldınız? Sizi bu alana yönlendiren nedir?

Takı ve obje tasarımı bir işten ziyade annemle zevkli vakit geçirmek için yapılan aktivite gibiydi. Aslında, küçüklükten beri anneme kendi istediğim şeyleri çizip yaptırtabiliyordum, ancak ortaokul dönemlerinde annem çizdiklerimi modelleyip bir kısmını koleksiyonuna katmaya karar verdi. Bu dönemden sonra anneme zaman zaman ufak yardımlarım oldu, ancak meslek olarak takı tasarımı yapmak istemediğimi biliyordum. Küçüklükten beri dikiş dikmeye ve sonrasında modaya duyduğum genel ilgiden dolayı, lise ikinci sınıfın yazında Bahar Korçan’a çizimlerimin bir kısmını gönderdim. Bunun üzerine kendisinin yanında, yaz koleksiyonu için kısa bir staj yapma şansım oldu. Bahar Korçan ve çalışanları harika insanlardı, kendilerinden çok ilham aldım. Ancak zaman içerisinde fark ettim ki yarattıklarımı sadece bir kesimle değil, herkesle paylaşabilmek istiyorum. Dolayısıyla animasyon alanında tasarıma yöneldim ve deneme yanılma yöntemiyle “visual development” ve karakter tasarımında mutlu olduğuma karar verdim.

Otis College of Art and Design’da Dijital Medya okudunuz. Niçin özellikle bu okulu seçtiniz? Los Angeles’ta olması bir etken miydi?

Evet. Okulun Los Angeles’ta olması benim için çok büyük bir etkendi. Dünyanın bir çok yerinde başarılı tasarım okulları var, ancak yapmak istediğim şeyi okumak, onu bulmak için evimden ayrılacaksam, buna değmeyecek bir yerde okumak fikri bana inanılmaz saçma geliyordu. Zaten okulu bitirdikten sonra burada çalışmak istediğimi biliyordum. Hedeflerim de çok yukarılarda olduğundan, oralara ulaşmak için bulabildiğim en yüksek merdivenlere yöneldim.

Otis College of Art and Design kendi alanındaki en başarılı okullardan bir tanesi. Nasıl kabul edildiniz?

Tabii ki çok kolay olmadı. Lisenin son senesinde, özellikle de son dönemimde neredeyse her hafta sonu portfolyo yapabilmek için İstanbul’a gidip geldim. Yani Otis College’a kabul edilmem tamamen emeğimin bir karşılığıydı diyebilirim.

Roy Dowell, Lewis Hall, Rosemary Brantley gibi üstatlardan ders almak size neler kattı?

Okulda tanınmış isimlerin olması her zaman sana yardımcı oluyor, ancak benim için kendilerinin katkısı daha çok sembolik bir anlam taşıyordu. Çevremde yaptığı işi ciddiye alan ve harika bir şekilde yapan bu tarz isimlerin olması, bana yol gösterebilmeleri ve destek olmaları, beni istediğim şeylerin peşinden koşabileceğime ve bir şekilde gerçekleştirebileceğime ikna etti.

Los Angeles’ta okudunuz ve orada yaşamaya, çalışmaya devam ediyorsunuz. Sektörün kalbinde olmak ne gibi avantajlar sağlıyor?

Zaten, eğer yeteri kadar başarılı çalışmalarınız varsa, eninde sonunda burada buluyorsunuz kendinizi. Los Angeles’ta olmak her şeyi daha kolay kılıyor. İstanbul’da evde otururken Oscar’ları izlerseniz sanki başka bir evrene bakıyormuş gibi hissedersiniz. Burada ise şunu biliyorum ki, Venice Bulvarı’nda doğuya gidip, La Brea’dan kuzeye saparsam Oscar Törenindeyim. Şirket belgelerini Belediye Binası’na götürürken yanımdan George Clooney geçiyor (kendisi göründüğünden daha kısa boylu). Daha da önemlisi, burada beraber okumuş ve çalışmış olduğum arkadaşlarımla bir bağ içerisindeyiz. Hal böyle olunca, “herkes Kevin Bacon’dan iki kişi uzaktadır” sözü burada gerçeklik kazanıyor.

Üniversiteyi okurken birçok derste de asistanlık yapmışsınız. Akademik kariyeri düşünmediniz mi?

Akademik kariyer hiç bir zaman bir kariyer planı olmadı benim için. Benim yapmak istediğim, birtakım projelerin bir parçası olabilmekti. Dolayısıyla eğitimim süresince de eğilimim hep bu yönde oldu. Okulda asistanlık yapmak ise, öğretmenlerimden daha çok şey öğrenmeme ve iletişim kabiliyetimi geliştirmeme yardımcı oldu. Yaptığınız işi iyi yapıyor olabilirsiniz, ama söz konusu sanat olunca bu yaptığınız işi iyi öğretebileceğiniz anlamına gelmiyor. Size gelen her öğrencinin düşüncesi, algısı ve yetenekleri farklı oluyor. Bir öğretmen olarak tüm bu farklılıklara açık olmadan ve onlara yol gösteremeden öğretmenliğe atılmak bence öğretmen için de, öğrenciler için de zor bir deneyim oluyor. Günün birinde kendimi hazır hissedersem öğretmenlik yapmak isterim, ancak takım projelerinden hiç bir zaman vazgeçemeyeceğimi biliyorum.

Bir film için karakter tasarlarken nasıl bir süreçten geçiyorsunuz? O karakteri şekillendiren özellikler zihninizde nasıl canlanıyor?

Çoğunlukla projeye göre yapmamız gerekenler değişiyor. Uzun projelerde daha fazla süremiz olduğu için karakterleri daha iyi tanıma şansımız oluyor. Kısa projelerde ise açıkta kalan noktaları hayal gücümüzde olabildiğince doldurarak aynı hissi yakalamaya çalışıyoruz. Karakterin hikaye içindeki önemi, rolü, kişiliği ve hikayesi çoğu zaman tasarımın önemli bir kısmını oluşturuyor. Bunun dışında da, projenin seçtiği görsel dil, zaman ve yer gibi diğer faktörler de belirleyici olabiliyorlar.

Türkiye’yi karakter tasarımcılığı konusunda nasıl görüyorsunuz? Türkiye’de bu konu ile ilgili çalışmalar var mı? Alanınızla ilgili beğendiğiniz Türk sanatçılar var mı?

Türkiye’de ne yazık ki orijinal içerikli çok fazla proje yapılmıyor. Son zamanlarda reklam sektöründe hızlı bir yükseliş olsa da, uzun metrajlı animasyon filmleri veya büyük çapta oyunlar hazırlamak konusunda hala yeterli değiliz. Bu konuda ufak bir gelişme var ancak bu tarz şeyleri bir araya getirmek için büyük bütçeler, ciddi hazırlıklar, inanılmaz büyüklükte kadrolar ve sürekli karşılaşacağınız zorlukların üstesinden gelebilecek beyinler gerekiyor. Bu tarz projelerin çoğu Avrupa’da devletten destek almasına rağmen zar zor hayat buluyor. Bu alanda özellikle çalışmalarını gördüğüm Türk sanatçılar olmadı ne yazık ki. Ancak en azından bir çok karikatüristimizin ve bazı illüstratörlerimizin meslekteki doğru yönelimlerinden ve seslerini duyurabilmelerinden gurur duyuyorum.

Şu anda “Mirada” adında yeni bir şirkette çalışıyorsunuz. Mirada neler yapıyor?

Mirada, uzun zamandır başarıyla çalışmış olan Motion Theory adlı şirketin sahiplerinin, yönetmen Guillermo Del Toro ile ortak olarak kurmuş oldukları bir şirket. Şu anda Mirada içerisinde bir çok proje dönüyor, Fakat büyük ve heyecanlı projelere yönelikler diyebilirim.

Siz Mirada’da ne yapıyorsunuz?

Çoğu zaman projenin başlangıç aşamasında, projenin görsel tarzı, tasarımları, özellikle de renkleri ve ışıklandırması üzerine illüstrasyon ve tasarımlar yapıyorum. Aslında projeden projeye ihtiyaçlarımız değişiyor, dolayısıyla da her proje ayrı bir deneyim oluşturuyor.

Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz? Buraya dönerseniz aklınızda ne gibi planlar var?

Kısa vadede dönme planlarımın olmadığını biliyorum, ancak uzun vade açısından kesin bir fikre sahip değilim. Yine daha ileride, Türkiye’den bir gibi düşüncelerimiz var, ancak henüz bu düşünceler olgunlaşmış değil.

Okul yıllarında derslerde ve ders aralarında çizimler yapar mıydınız?

Okuldayken herkesin planner’ları dönüp dolaşıp bana gelirdi, “şu sayfaya şunu çizer misin” diye sorardı arkadaşlarım… Türkiye’ye son gelişimde eski planner’larımı buldum, anılar fırtınalar gibi esiverdi.

Kino Fest’e katılmışsınız? Nasıl bir festival olduğundan biraz bahsedebilir misiniz?

Kino Fest, Romanya’da yer alan uluslararası bir film festivali. Festival yönetmenleri bana “web sitesine bir kaç illüstratör koymak istiyoruz, bir parçası olur musunuz” diye sordular. Ben de tabi ki kabul ettim. Bunun dışında iki kere İngiltere’nin uluslar arası illüstrasyon dergisi Imagine FX’de söyleşim çıktı ve Photoshop Magazin’de bir söyleşim bir de Comic Con üzerine yazım yayınlandı.

Tuna Bora’yla yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 11. sayısında (Ocak 2012) yer aldı.