bread

Binnaz Toprak: Mahalle baskısı ikiyüzlülüğe neden oluyor!

Prof. Dr. Binnaz Toprak ve ekibinin Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü desteğiyle gerçekleştirdiği “Türkiye’de farklı olmak, din ve muhafazakârlık ekseninde ötekileştirilenler” konulu araştırma, sonuçları itibariyle çok konuşuldu ve tartışıldı. ‘Mahalle baskısı’ akademik ve sosyolojik bir perspektiften değerlendirilerek somut verilere dönüştürüldü. Prof. Dr. Binnaz Toprak, bu tür baskıların insanlar üzerinde ‘tuhaf bir ikiyüzlülüğe’ neden olduğunu söylüyor.

İlk kez Prof. Dr. Şerif Mardin tarafından bir televizyon programında dile getirilen ‘mahalle baskısı’ üzerine sayısız makale, inceleme, araştırma yapıldı. 2008’de Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Enstitüsü tarafından desteklenen araştırma ise çok konuşulanlardan biri oldu. Prof. Dr. Binnaz Toprak (ÜAA ‘60) önderliğindeki bir grup tarafından 12 ilde, 401 kişiyle yüz yüze görüşmenin sonuçlarını içeren araştırma Türkiye’nin muhafazakârlaştığını ortaya koyuyordu. Bu yüzden muhafazakâr kesim araştırma sonuçlarına tepki gösterdi, metodolojisini eleştirdi, araştırmayı yapan akademisyenleri taraflı olmakla suçladı. Evet mikro ölçekli bir araştırmaydı belki, bu yüzden Türkiye genellemesi yapmak doğru değildi ancak önemli bir referans olduğu da inkar edilemezdi. Bunları konuşmak üzere Prof. Dr. Binnaz Toprak’ı, Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde, Boğaz’a bakan odasında ziyarete gittik. Röportajı Üsküdar Amerikan Lisesi’nden Bengü Shepard yaptı. Prof. Dr. Binnaz Toprak, soru sormaya bile gerek kalmadan röportaj boyunca pek çok ilginç anıyı ve araştırmayla ilgili gözlemlerini bizimle paylaştı. Bunların her biri ‘mahalle baskısı’nın kişiler ve toplumlar üzerindeki etkisini ortaya koyan nitelikteydi. Kutuplaşmanın dinamiklerinden biri haline gelen mahalle baskısının sonuçlarını değerlendirdi.

Giderek (içimize) kapanıyoruz

Mahalle baskısı dediğimiz olgu bu coğrafya, bu kültür, bu toplum için ne zamandan beri ciddi bir sorundu acaba? Aslında “elalem ne der?” algımız da bir çeşit mahalle baskısı değil miydi? Geleneksel kültüre, toplumsal alışkanlıklara, çevresel faktörlere uymayan herkes buna maruz kalmıyor muydu? Kalıyordu kuşkusuz, hâlâ da kalıyoruz, ama nedense bu kavram bugünün muhafazakârlığını daha çok ve iyi temsil ediyor gibi. Prof. Dr. Binnaz Toprak, ‘din ve muhafazakârlık anlamında ötekileştirme’yi merkeze alan bir araştırmanın daha önce yapılmadığını söylerken çocukluğuna uzanıyor. Hakim oldukları için Anadolu’yu karış karış dolaşan anne ve babasının peşisıra gittiği kentlerdeki muhafazakârlığı anımsıyor. “Üsküdar Amerikan’a yatılı olarak geldiğimde ailem Erzincan’daydı. Daha önce de Sivas’ta yaşıyorduk. Çocukluğum Anadolu kentlerinde geçtiği için biliyorum, bu coğrafyada her zaman bir muhafazakârlık vardı. İstanbul gibi açık kentler değildi. Hoş, çocukluğumda İstanbul, özellikle Üsküdar da muhafazakâr sayılırdı. Muhafazakâr derken, toplumsal hayatın çok renkli olmadığını ifade etmek istiyorum. Bu araştırma vesilesiyle gidip gezdiğimiz yerlerde, birkaç kişi dışında herkes ‘Burası eskiden sosyal yaşamın çok daha renkli olduğu bir yerdi, giderek içine kapanıyor’ dedi. Buna aykırı örneklerden birisi Eskişehir’di. Yılmaz Büyükerşen’in belediye başkanlığı döneminde şehir bir Avrupa kentine dönüşmüş çünkü.”

Uygun bir iklim var

Prof. Dr. Binnaz Toprak eskiden kadınlı erkekli grupların bir arada olduğu ortamların daha fazla olduğunu, öğretmen evleri gibi kamuya ait pek çok yerde içki servisi yapılabildiğini ancak bugün bunların azaldığını gözlediğini söylüyor. Bunun tepeden inmeci bir tavrın yansımaları olmadığını da özellikle vurguluyor: “Eminim ne başbakan ne de hükümet yetkilileri insanlara ‘bunu yapın, şöyle yaşayın’emiyor. Ancak böyle bir iklim oluşmuş ve o iklimden insanlar kendilerine vazife çıkarıyor. Türkiye gibi memurundan esnafına hemen herkesin hükümetlere çok bağımlı olduğu bir ülkede, o hükümetin tarafındanmış gibi gözükmek rant getiriyor. Mesela memursanız istediğiniz daha iyi bir yere tayin olabiliyorsunuz. Araştırma sırasında bazı hemşireler laik oldukları için bütün gece nöbetlerinin kendilerine verildiğini söyledi. Kimi öğretmenler de ikide bir müfettiş denetimine maruz kaldıklarını anlattı.”

“Köprünün öbür tarafı”

Araştırma sırasında dindar olmadığı halde dindar gibi gözükerek mahalle baskısını bertaraf etmeye çalışanlarla karşılaştıklarını, ancak bunun Türkiye için şaşırtıcı bir durum olmadığını söyleyen Prof. Dr. Binnaz Toprak, “Türkiye’de zaten bu hep böyleydi. Ancak bu kez başka örneklerle karşılaştık. Mesela cuma diyerek kepenk kapatan ama cumaya gitmeyen, oruç tutmayıp oruçluymuş gibi görünenlerin olduğu anlatıldı. Bütün bu baskılar tuhaf bir ikiyüzlülüğe neden oldu. Bu durumu sembolik olarak ‘köprünün öbür tarafı’ kavramıyla tanımladım. Görüşmeler sırasında ‘Bakmayın bunun böyle muhafazakar gözüktüğüne, köprünün bir öteki tarafına geçsin’ diye çok söyleniyordu. Kayseri’de bulunduğumuz bir gün karşımdakine ‘Nedir bu köprü?’ diye sorunca, Kapadokya bölgesine giden yolda olduğunu öğrendim. Hafta sonları pek çok aile köprünün öbür tarafına karış dolaşan anne ve babasının peşisıra gittiği kentlerdeki muhafazakârlığı anımsıyor. “Üsküdar Amerikan’a yatılı olarak geldiğimde ailem Erzincan’daydı. Daha önce de Sivas’ta yaşıyorduk. Çocukluğum Anadolu kentlerinde geçtiği için biliyorum, bu coğrafyada her zaman bir muhafazakârlık vardı. İstanbul gibi açık kentler değildi. Hoş, çocukluğumda İstanbul, özellikle Üsküdar da muhafazakâr sayılırdı. Muhafazakâr derken, toplumsal hayatın çok renkli olmadığını ifade etmek istiyorum. Bu araştırma vesilesiyle gidip gezdiğimiz yerlerde, birkaç kişi dışında herkes ‘Burası eskiden sosyal yaşamın çok daha renkli olduğu bir yerdi, giderek içine kapanıyor’ dedi. Buna aykırı örneklerden birisi Eskişehir’di. Yılmaz Büyükerşen’in belediye başkanlığı döneminde şehir bir Avrupa kentine dönüşmüş çünkü.”

Konya – Makas hattı

Araştırmada yer alan kadınlardan biri anlattı. Konya’dan Ankara’ya tren ya da otobüsle giden kalabalık bir grupmuş. Yolda ‘Makas’ denilen yere kadar herkes suspus oturmuş, kimse yanındakiyle sohbet bile etmemiş. Ne zaman Makas geçilmiş, şarkılar, türküler de başlamış. Hatta Ankara’da içkiler içilmiş. Dönerken yine Makas’a kadar herkes çok eğlenmiş, o noktayı geçince de sakin sakin oturmuşlar. Buna benzer durumlar hastane, okul gibi kamuya ait birçok yerde yaşanıyor. Böyle bir iklim ve bu iklimden yararlanmaya çalışanlar var. İnsanlar kimi yerlerde giyim, kuşam ve yaşam tarzlarıyla muazzam bir baskı altındalar. geçiyor, yiyor, içiyor, eğleniyormuş. Hatta kimi kadınlar başlarını bile açıyormuş. Sonra benzer şekilde Konya’da da ‘Makas’ denilen bir nokta olduğunu öğrendim.”

Kadınlar geri plana itiliyor

Prof. Dr. Binnaz Toprak’a Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl hazırladığı Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda Türkiye’nin önceki yıllara göre neden gerilediğini ve kadın erkek eşitliği endeksinde 16 sıra gerileyerek 121. sıraya oturan Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde mahalle baskısının etkisini sorduk. Küçük bir hatırlatma, kadın ve erkeklerin ülke kaynaklarından yararlanması üzerine kurulan bu endekste toplam 128 ülke var. İran ve Suudi Arabistan bu endekste önceki yıla göre ilerleme göstermiş. Prof. Dr. Toprak, bu rapordan ziyade uzun yıllardır Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)’nin yıllık yayınladığı insani gelişmişlik endekslerini dikkatle incelediğini ve bu perpsektiften sorumuzu yanıtlayabileceğini söyledi: “UNDP’nin endeksinde Türkiye orta gelişmiş bir ülke olarak kabul ediliyor. Pek çok başlık var ama en önemlileri arasında Toplumsal Cinsiyet Gelişimi ve Toplumsal Cinsiyet Güçlendirilmesi başlıkları yer alıyor. Bunlar kadınların gücünün artırılması için o ülkede neler yapıldığını ortaya koyuyor. İlk endeks ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyiyle ilgili ancak ikincisi kadınların siyasette, iş dünyasında, yönetim mekanizmalarında ne kadar yer aldığıyla ilgili. Türkiye, 150’den fazla ülkenin bulunduğu bu endekste sondan üçüncü sırada ve yıllardır bu değişmiyor. Belki eğitimde, en azından okur yazarlık oranında çok büyük mesafeler kat edilmiş olabilir ancak kadın istihdamının azaldığı da ortada. Demokrasi olmayan İslam ülkelerinde bile durum bizden kat kat iyi. Şu anki hükümet 2002’de ‘Biz daha reformistiz’ diye geldi ancak kadın kotasını bir türlü kabul etmedi.” Bu arada Toprak’ın araştırma raporunda yer alan 2050 Türkiye projeksiyonunda küresel bir aktör olabilmemiz için iyi eğitilmiş genç nüfusa ve kadınların istihdam imkanlarının artırılması gerektiğine de vurgu yapılıyor.

Metodoloji eleştirisine yanıt

Prof. Dr. Binnaz Toprak ve ekibinin 2008’de yaptığı bu araştırma sosyolojik nitelikli derinlemesine söyleşilerden oluşan mikro ölçekte bir araştırmaydı. Zaten araştırma ekibi sonuçlardan Türkiye genellemesi yapılamayacağını birçok kez dile getirdi. Ancak bir yıl süren, 12 ili ve 401 kişiyle yüz yüze görüşmeyi kapsayan bu araştırmada göz ardı edilmemesi gerekenler de vardı. Örneğin pek çok yerde birbirine benzer olayların yaşanmış olması önemli bir soru işaretiydi. “Bir takım şeylerin tekrarlanması orada bir örüntü (pattern) olduğunu işaret eder. Ancak her şeyi de ölçmeniz mümkün değil” diyen Prof. Dr. Binnaz Toprak, yalan yanlış herkesin araştırmanın metodolojisi üzerine ahkam kestiğini, bu konuyla ilgili pek çok açıklama ve yazısına rağmen hâlâ aynı eleştirilerin getirilmesine anlam veremediğini söylüyor.

Arkamda değilsen karşımdasın!

Mahalle baskısı üzerine yaptıkları araştırmanın özellikle muhafazakâr kesimden çok eleştiri almasına ilişkin Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın yanıtı çok net: “Araştırma sonuçları kamuoyuyla paylaşıldıktan sonra iki hafta içinde 700’e aşkın televizyon programı, gazete ve köşe yazısına konu oldu. Büyük yankı uyandırdı. Herkes işine geldiği gibi değerlendirdi. Yerenler de göğe çıkaranlar da oldu. Mesela neden muhafazakâr kesime de bu soruları yöneltmediğimi soranlar oldu. Onu da başka birisi yapsın. Ayrıca daha önce yaptığım çalışmaların hepsi İslami kesim üzerineydi. Oradaki birtakım bulgular İslami kesimin çok hoşuna gitmiş, laiklerse yerden yere vurmuşlardı. 2008’de de tam tersi oldu.” 2008’den bu yana ne değişti? Görünen köy kılavuz istemez derler ama biz yine de bir sosyal bilimci olarak Prof. Dr. Binnaz Toprak’a araştırmadan bu güne nasıl bir değişim gözlemlediğini sorduk. Prof. Dr. Toprak temkinli konuşmakla birlikte “Muhafazakârlığın azaldığını düşünmüyorum” değerlendirmesini yaptı. Bu boyutta bir muhafazakârlığın kendi kendine azalamayacağını söyledi. Hatta Amerika Birleşik Devletleri’nden örnek verdi: “ABD’ye ilk gittiğim zaman siyahlar için ‘nigger’ kelimesi çok rahat kullanılırdı. Bir de şimdi kullanmayı deneyin bakalım, başınıza neler geliyor. Amerika bununla uzun yıllar mücadele etti. Siyahlara yönelik ırkçı tavırların önüne geçmek ve önyargıları yıkmak için çeşitli politikalar uyguladı. Beyazların mahallesine siyah öğrencileri taşıdı. Siyah öğrenci kabul etmeyen okulların ödeneğini kesti. Pozitif ayrımcılık yaptı.”

Gelelim ÜAA yıllarına…

Mahalle baskısı elbette bir röportajın ve sınırlı dergi sayfalarının konusu olamayacak kadar derin ve kapsamlı bir konu. Doğal olarak biz de bu konuya bir nokta koyup Prof. Dr. Binnaz Toprak’la okul yıllarına doğru nostaljik bir yolculuğa çıktık. Ağır bir konunun üzerine keyifli okul anılarını konuşmak gerçekten hepimize iyi geldi. Prof. Dr. Toprak ÜAA deyince aklına gelenleri bir çırpıda anlatmaya başladı: “Üsküdar Amerikan’dayken edebiyata da çok önem verildiğini anımsıyorum. Çok okurduk biz. Şimdi hem ÜAA’da hem Robert Kolej’de belki de bu sınav sistemi yüzünden edebi okumalar azalmış sanki. Biz 9. sınıfta Amerikan, 10. sınıfta İngiliz, 11. sınıfta da dünya edebiyatı okuduk. Edebiyat eğitimde önemlidir, çünkü kitaplar iyi seçildiği takdirde insana hakikaten hümanist değerler kazandırır. Çünkü haklının yanında olmak, insanlara iyi davranmak hep öğütlerle olmuyor. Bütün o eğitim sürecinde okuduklarınız aracılığıyla bunlar zihninize işleniyor. Böylece daha hakkaniyetli, liberal ve hoşgörülü oluyorsunuz. Üsküdar Amerikan bu açıdan benim hayatımın temel taşıdır, oraya gitmesem başka bir insan olurdum herhalde.”

Mr. Crab’e herkes aşıktı

Kız okulu olmanın getirdiği kimi zorluklar (!) da yaşamışlar. Prof. Dr. Binnaz Toprak gülümseten bir anıdan yola çıkarak bakın bunu nasıl dile getiriyor: “Okulda bulunduğum yedi yıl boyunca neredeyse hemen hemen hiç erkek hoca gelmedi. Bir Halil Efendi vardı, kapı görevlisi, o da çok yaşlıydı. Yalnız ben 6. sınıftayken Mr. Crab diye Amerikalı bir öğretmen gelmişti. 50’lilerin Amerikan filmlerinden çıkmış gibiydi, uzun boylu, sarışın ve mavi gözlüydü. Tabii delirdi okul. Üst sınıf kızlar, o zaman kravat takardı, Mr. Crab geldikten sonra kravatlar neredeyse göğüslerin altından başlar oldu, tuvaletler ‘Mr. Crab’ yazılı kalplerle doldu. İki hafta sonra idare Mr. Crab’ı yolladı.”

Gençler hedef tahtasında

Mahalle baskısı en çok gençler üzerinde kendini hissettiriyor. Araştırmada ev sahiplerinin özellikle gençlere bu konuda çok katı yaptırımlar uyguladığı somut örneklerle anlatılmış. Erkek öğrencilerin kız arkadaşlarını birlikte ders çalışmak için bile olsa eve davet edemeyeceklerini, hatta öğrencilerin anneleri gelse bile onlarla kalamayacağını söyleyenler olmuş. Prof. Dr. Binnaz Toprak bu kentlerde yaşayanların inanılmaz bir kıstırılmışlık içinde yaşadıklarını, büyük şehirlerdeki öğrencilerin de nispeten daha özgür olduklarını söylüyor. Mahalle baskısının kılık kıyafete de yansıdığından söz eden Prof. Dr. Toprak, renkli tişörtler ve bermudalar giydikleri, küpe taktıkları için horlanan, alay edilen hatta dövülen erkek; mini etek giydikleri için sokak ortasında “fahişe” damgası yiyen kız öğrencilerin olduğunu anlatıyor. Araştırmada diledikleri kitap ve gazeteleri çevre baskısı yüzünden okuyamadıklarını itiraf eden öğrencilere de sıklıkla rastlanmış.

Kim, kimi tahrik ediyor?

Bir öğretmen anlatıyor: Cemaate yakın bir okul müdürü kadın öğretmenlere beyaz önlük giyme zorunluluğu getirmiş. Gerekçesi sorulduğunda da “Dar pantolonlar giyiyorsunuz, erkek öğretmenleri tahrik ediyorsunuz” demiş. Bunun üzerine kadın öğretmen “Müdürüm erkek meslektaşlar da dar pantolon giyiyor, acaba biz de tahrik olmaz mıyız?” diye müdüre sormuş!

Binnaz Toprak’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Sağlık ve Eğitim Vakfı (SEV) için üretilen “Buluşma” dergisinin 7. sayısında (Ocak 2011) yer aldı. Bengü Shepard tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Cihan Aldık çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Erdem Özkan tarafından yapıldı.