bread

Müzeyyen Senar: Şarkılara ruhunu katan diva

Müzeyyen’in mikrofon başına gelişine dikkat edin! Hiçbiri diğerine benzemez. Her seferinde başka bir poz, başka bir eda, başka bir rüzgar taşır. Müzeyyen’in sahnedeki ufak tefek esprileri, ayakta şarkı söylemekten sonra, bizde yapılan ikinci ve yeni bir reformdur. Sanat sanat içindir darbımeseline bir nazire yapmak maksadı ile değil, fakat hakikatı olduğu gibi itiraf etmek için şunu söyleyebilirim ki, bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadığı gibi Müzeyyen’e de kalacak değildir. Ancak şurası muhakkaktır ki, o ayarda bir gırtlak da, pek kolay kolay gelmez. Allah, onu yine memlekete bağışlasın…

Radyo Haftası Dergisi

Türk musıkisinin efsane sanatçısı Müzeyyen Senar’ı bir selamlama niteliğindeki bu yazıyı, 2005 yılında yayınlanan ‘Cumhuriyetin Divası – Müzeyyen Senar” adlı biyografinin yazarı Radi Dikici, Vizyon okuyucuları için kaleme aldı.

5 Eylül 2006 akşamı, o akşamın şanslı dinleyicileri Sepetçiler Kasrı’ndaki son konserinde 88 yaşındaki bu efsane sanatçıyı dakikalarca ayakta alkışladı. Sahnede tam iki saat kaldı. Konser sonrası yanına gittiğimde gördüklerim beni çok şaşırttı. Üstünü değiştirmişti ve bir taraftan makyajını silerken, son derece dinç haliyle evlatları ve Bülent Ersoy’la sohbet ediyordu. Beni görünce “Nerede kaldın? Söyle bakalım nasıl buldun?” diye sordu. Bunu beraber olduğumuz her konserinden sonra bana sorardı. Gerçekten harika bir konserdi ve o akşam gerçekten çok şıktı. Bunları söyledim. O zaman “İşte bu benim bütün yorgunluğumu aldı” dedi. O akşam için Hakkı Devrim köşesinde şöyle yazmış: “Müzeyyen Senar, sahne ile salon arasındaki ilişkinin de öncüsüdür. Bu akşam Sepetçiler Kasrı’ndaki ayinin, ne mutlu bana ki davetlileri arasındayım. Bir Müzeyyen Senar konserine daha gidiyoruz. (Dün akşam oradaydık) şöhretin en üst kademesinde soylu kişiliğinden ve tevazuundan hiç ödün vermemiş bu gerçek sanatçıyı, bu sahiden büyük insanı saygıyla, sevgiyle bir kere daha selamlamaktan haz ve gurur duyuyorum.”

TÜRK MUSİKİSİNİN 75 YILI
Müzeyyen Senar’ı dinlemek bir ayrıcalıktır. Çünkü o şarkıları yorumlarken sizi alır, diyar diyar dolaştırır. O zaten “Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum,” demektedir. Onu da şöyle açıklamaktadır: “Ben şarkı söylemeye başladığımda onu ruhumda hissederim ve şarkının içinde kaybolurum. Adeta dış dünya ile irtibatım kesilir. Şarkı bittiğinde ise beni kendime alkış sesleri getirir. Makam seçişimde ve makamdan makama geçişimde o günkü ruh halim en büyük etkendir. Neşeli isem kürdilihicazkar ve hicazla başlarım. Duygulu isem uşşak ve hüzzamla girerim. Bazen o derece duygu ile yüklü olurum ki, söylediğim şarkı ta ciğerimden kopar gelir ve bu yüzden bazen gözyaşlarımı tutamam.” İşte Müzeyyen Senar o yüzden farklı ve tektir. Onun hakkında gazetelerde, dergilerde yazılan yüzlerce yazı vardır. Onun biyografisini yazarken bunların tamamının okunması taranması gerekmişti. Büyük şans eseri o da bunların büyük kısmını saklamıştı. Ama daha başlangıçta karşımıza bazı sorunlar çıktı. Çünkü Müzeyyen Senar, halen hayatta olmayan kişiler için, cevap hakları olamayacağı için konuşmak istemiyordu. Büyük bir zorlukla kendisini ikna edebildim. Onun anlattıklarını ise mümkün olduğu kadar belgelerle karşılaştırmaya söz verdim. Tam 3,5 yıl birlikte çalıştık. Bütün anlattıklarını kayda aldım. Ancak beni en çok şaşırtan olay, yıl ve yıl yaşadıklarını hatırlamasaydı. Ama hepsinden önemlisi bu biyograşde sadece Müzeyyen Senar’ın hayat hikayesini yazmadım ayrıca Türk musikisinin 75 yılına da ayna tutmaya çalıştım. Sonunda belgelere de dayalı biyografi bitti ve “Cumhuriyetin Divası – Müzeyyen Senar” adı ile 2005 yılının Mayıs ayında Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı.

ATATÜRK’LE BULUŞMA
Şimdi siz, değerli okuyucuları Müzeyyen Senar’ın 88 yıllık hayatı içinde sayfaların elverdiği ölçüde bir gezintiye çıkarmak istiyorum. Müzeyyen Senar 16 Temmuz 1918’de Bursa’da doğar.

Musiki eğitimine 1931 yılında Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne kaydedilerek başlar ve sonra sırasıyla eğitimi, şark Musiki Cemiyeti’nde, Hayriye Örs ve Kemal Niyazi Seyhun’dan ders alarak ve nihayet 1938 yılında Ankara Radyosu’ndaki derslerle devam eder. 1932 yılında Osman Nihat Akın “Akşam güneşi kalkmalı, saçlara güller takmalı” diye şarkısını ilk defa Kemal Niyazi Seyhun’la geçerken Müzeyyen Senar da ordadır. Osman Nihat Akın şarkıyı biraz da saygısından ve utancından güçlükle tamamlar. Gerisini Osman Nihat Akın şöyle anlatmaktadır:

“Kız (o sırada on üç yaşında) kekeliyerek: -Bu-bu-bunu ben okuyuvereyim! dedi. Hoppala! Daha şarkıyı doğru dürüst ben okuyamıyorum… Plak mısın be mübarek.. Müzeyyen Senar on üç yaşında ne ise bugün de odur… O zaman da aklına geleni söyler, kimse hakkında kanatini gizlemezdi; bugün de böyledir.” Osman Nihat Akın’ın 1951 yılında Radyo Haftası dergisine yazdığı bir yazı bir gerçeği daha iyi ifade etmektedir. Müzeyyen Senar’ın bir şarkıyı öğrenmesi için bir defa duyması yeterli olmuştur. Nitekim dönemin en ünlü saz ustası olan Şerif İçli “Müzeyyen papağan gibidir,” deyince Şükrü Tunar ve Selahattin Pınar itiraz eder ve “Papağan duyduğunu aynen tekrarlar, ama Müzeyyen Senar duyduğu şarkıya ruhunu katar,” derler. Bundan sonra papağan lafı bir daha ağza alınmaz. 1937’den 1938 yılının ortalarına kadar Atatürk’ün huzurunda beş defa şarkı söyler. İlki Dolmabahçe Sarayı’ında diğerleri Bursa Çelik Palas, Merinos Fabrikası ve Ege Vapuru’ndadır. Son olarak da 1938 yılının yaz aylarında tek bir saz eşliğinde Savarona yatındadır. O günü şöyle anlatmaktadır: “… Atatürk, doktoruyla yemek masasında idi. Dikkatle baktığımda, yaklaşık yedi-sekiz ay önce gördüğüm Atatürk’ten çok farklı idi. Süzülmüştü… Aşağı yukarı saat 13:00’de şarkı söylemeye başladım ve bu iki saat kadar sürdü. Bu sefer herhangi bir sıra takip etmemiz mümkün değildi. Defterim önünde idi. O istediği şarkıları söylüyor ve biz de o şarkılara giriyorduk.”

ADINA YAZILAN ŞARKILAR
Yıllar geçer. 1938 yılında Ankara Radyosu’nun açılışına katılır. 1941 yılında ise biraz da özel hayatı ile ilgili olarak İstanbul’a geri döner ve Kristal Gazinosu’nda sahneye çıkmaya başlar. Başta Sadettin Kaynak ve Zeki Arif Ataergin olmak üzere birçok bestekar yeni şarkılarını ilk defa onunla geçmek isterler. Birçok güfte yazarı ve hatta bestekarlar ona olan aşklarını gizleyemezler ve bunu şarkı lara dökerler. Örneğin; Selim Aru “Hicran yine hicran mı bu aşkın sonu böyle” ve “Sen ar/zu ettin bu ayrılık senden eserdir” diye onun için yazar. Fehmi Tokay’ın yazdığı “Beni ateşlere salan o kapkara siyah gözler”i Zeki Arif Ataergin sırf onun için besteler. Müzeyyen Senar “Bu aşktan maksat bugünkü anlamda fiziki duyguları içeren bir aşk değildir. O günlerin tabiri ile bu bir hak aşıklığıdır,” demektedir. 1940’lı yıllarda 50’li yılların sonlarına kadar, sahne çalı şmaları her sanatçı için, özellikle Müzeyyen Senar için yılda 10 ay devam eder. Mayıs ve eylül ayları tatil ayları dır. Müzeyyen Senar tatil aylarında çok kere Mısır veya Beyrut’a gider. Ama diğer bir aşkı da İzmir’dir. Mutlaka Mayıs ve Eylül’ün en az 15 günü İzmir’de program yapar. Çünkü o “İzmir beni , ben de İzmir’i çok sevmişizdir. İzmirliler beni dinlerken aldıkları keyfi her zaman bana yansıtmışlardır,” demektedir. 1948 yılında Bursa’ya konser için gittiğinde ona Zeki Müren’i tanıştırırlar. 1956 yılında ise Bebek Belediye Gazinosu’nda birlikte program yaparlar. Bülent Ersoy ise 1976 yılında onu Setüstün’de otururken ziyaret eder. Müzeyyen Senar gerek Zeki Müren ve gerekse Bülent Ersoy için “Her ikisi de musiki konusunda çok iyi yetişmişlerdir,” demektedir.

MUTLULUK ONU DİNLEMEKTİR
Müzeyyen Senar’ı birkaç sayfalık bir yazı ile anlatmak hemen hemen mümkün değildir. Ancak bazı alıntılar yaparak belki bir parça daha söylemek istediklerimize açıklık getirebiliriz. 1951 yılında Radyo Haftası Dergisi’ne Zeki Müren şöyle yazar: “O benim taptığım kadındı. Küçüktüm. Musikiye deli gibi aşıktım. Arkadaşlarım türlü oyunlar oynarlarken ben plak dinler, onunla beraber söylemeye çalışırdım. Yalnızca Müzeyyen Senar’ın şarkılarını… Beni o zamandan beri ağlatan, düşündüren, dinlendiren bu ses ile bir gün tanışacağım aklıma bile gelmezdi.” 1950 yılında Radyo Magazin isimli dergide Sadettin Işık adlı yazar, belki o zaman için de bugün için de Müzeyyen Senar’ı en iyi şekilde anlatır: “Sonra hükmü ezelden kurtuluş olmadığını acı acı idrakle Müzeyyen Senar’a gıpta ile baktım. Çünkü o öyle bahtiyarlardandı ki. Ebedi kalacaktı. Billur sesi, enfes nağmeleri, gönüllere, nesillerden nesillere, hatıralardan hatıralara intikal edecekti. Ve hiç şüphesiz onunla beraber, onun çevresinde bulunmuş olan bahtiyar müzik kuşakları: Ben Müzeyyen’in zamanında yaşadım. Onu gördüm. Onu dinledim, diye iftihar edeceklerdir. Ne mutlu onlara!” Hıncal Uluç 19 Ekim 1998 günkü Sabah gazetesinde şöyle yazar: “…Mutluluk nedir? diye bir kez daha sordum kendime. Torununun kızına şarkı söyleyen Müzeyyen’i dinleme talihine ulaşan o salon dolusu insan içinde olmaktır, diye yanıtladım.” Müzeyyen Senar 18 Eylül 2006 günü rahatsızlandı. Ancak, şükür ki hayati bir tehlike söz konusu değildir. Muhtemelen birkaç ay sonra o büyük Müzeyyen Senar eskisi gibi bizimle beraber olacaktır.

Müzeyyen Senar’a ilişkin bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 2. sayısında (Ekim – Kasım 2006) yer aldı. Yazı, Radi Dikici tarafından kaleme alındı. Sayfa tasarımı ve uygulaması Murat Ateş tarafından yapıldı.