bread

Türk popunun ilk plağı: Bak bir varmış bir yokmuş…

Masal böyle başlamış

1961 yılının Aralık ayı. Bir yıl daha bitecek, yeni bir yıl başlayacaktır ama, bu arada olup bitecekler Türk popu için bundan çok daha fazlası demek olacaktır. Fecri Ebcioğlu, Türk popunun ilk plağı olma şerefini elde edecek olan “Bak Bir Varmış Bir Yokmuş”u yazmış, Müfit Kiper Orkestrası’nın solisti ve saksafoncusu olan Nevzat Yalaz’a plağa okuması için tekliŞni yapmıştır.

Ama her nedense Nevzat Yalaz işi tamamına erdirememiş ve şarkıyı İlham Gencer kaparak stüdyoya girmiştir. Aralık ayının bitmesine kalmadan, her şey hallolacak ve “Odeon sunar” ilanları saracaktır her yanı. Firma, “LA 345” katalog numarası ile Türk popunun ilk plağını, ilk 78’liğini verecektir piyasaya.

ALTIN MİKROFON ARMAĞANI YARIŞMASI
Bu plağın arkasından her şey biraz telaşlı da olsa hızla gelecektir. Bu genç müzik türü 1964 yılında Balkan Melodileri Festivali’nde (Erol Büyükburç, Tülay German ve Tanju Okan’ın öncülüğünde) ilk sınavını başarıyla verecek, hemen arkasından da devreye Hürriyet’in düzenlediği Altın Mikrofon Şarkı Yarışması girecektir. Hürriyet, böyle bir yarışmanın neden yapılıyor olduğunu tartışmaya açık en ufak bir husus bırakmadan tespit etmiştir: Altın Mikrofon Armağanı Yarışması, batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanılarak yine batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için hazırlanmıştır…” Gazete, yükselmekte olan pop dalgasını görmüş ve bu dalganın ‘batı taklitçiliği’ ile sınırlı kalmayarak, elden geldiğince bizden olana yaslanmasına, bizden renkler taşımasına katkıda bulunmak için kolları sıvamıştır. Katılımı rekor seviyesine çeken önemli bir unsur daha vardır. Gazete, dereceye girenlerin plaklarını da derhal basacak “karı tamamen yarışmacıya ait olmak üzere” satışa çıkaracaktır. Plakların henüz çok yaygınlaşamamış olduğu ülkemizde, kar amacı güdülmeyen bu hareket, her evin 45’lik plaklar ile tanışmasını sağlayacaktır. Hürriyet, o zamanların en önemli kulüplerinden Kervansaray’ın sahibi İbrahim Halil Doğudan ile bir anlaşma da imzalamıştır. “Kervansaray Lokanta – Pavyon İşletmesi”nin sahibi Doğudan, Hürriyet’e bir taahhütte bulunmuştur: “Cumhuriyet Caddesi, No:4’de (Divan Oteli bitişiği) pek yakında açacağım Oriental isimli gazinonun gece kulübünde, Altın Mikrofon Yarışması’nda birinciliği kazanacak olan orkestrayı, her gece yarım saat şova çıkarmak istiyorum. Bu iş için kendilerine ödeyeceğim ücret bir aylık şov karşılığı 15.000 (on beş bin) liradır. İşbu teklifimin açık mukavele olarak kabul edilmesini rica ederim…” Yarışmayı kazanacak olan grubun başı göğe erecektir neredeyse, plağı çıkacak, çalışıp para kazanabileceği bir mekan hazır onu bekliyor olacaktır.

POPU ADAM EDECEK KADROLAR YETİŞİYOR
Bu yarışma, “yabancı şarkıların üzerine Türkçe söz yazmak mı, bize ait seslerden yeni şarkılar yaratmak mı?” ikileminde kalmış pop piyasamıza da asıl çözümü sunacak ve kafaları berraklaştıracaktır: Pop, bize ait-bu topraklarda keşfedilmemiş bir müzik türü olmasına rağmen, bizim renklerimizi taşımalı, en azından tümden red etmemelidir. Sonraki beş-on yıl içerisinde popu adam edecek bütün kadrolar bu yarışmadan çıkacaktır:  ve daha nice isim Altın Mikrofon rüzgarının önüne katıp sahneye sür düğü isimler olacak, bu isimler ve daha sonra onları takip edenler pop müziğimizi, arabeskin hakimiyeti altına girilecek 70’li yılların sonuna kadar başarıyla taşıyacak-temsil edeceklerdir.

‘ARABESK POP’ ve SONRASI
1980 yılının 12 Eylül’ünden sonra yaşananlar pop müziğimizi boydan boya çökertir. Ülkenin içinden geçmekte olduğu toplu ‘mutsuzluk çağı’, pop müziğe duyulan ihtiyacı yok etmiştir.

Herkesin peşinde olduğu, göz yaşlarına eşlik edecek bir müziktir artık. Bu da, 60’lar ve 70’lerde yapıldığında gayet zeki, gayet iyi bir popüler müzik biçimi olan ‘arabesk’in kirletilmesi, linç edilmesi anlamına gelecektir. Şarkılar kolay ve basit bir biçimde yazılacak çizilecek, bu şarkılar “Sayın bilmem kim ve kıymetli eşleri hanım efendi hoş geldiler, sefa getirdiler…” anonslarının at koşturduğu tavernalarda aynı ritm ve seslerle icra edilecek ve böylelikle ‘saygın ve deneysel’ bir biçimde ortaya çıkmış bir müzik türü, çöp sepetini boylaması gereken bir hal ve biçime çevrilecektir. “Sayın bilmem kim…” anonslarına, popun bizzat içinden de özenen çıkacaktır.

FİRUZE FORMÜLÜ
Sezen Aksu ve Kayahan, yaklaşmakta olan ‘yeni çağ’ın kokusunu erken alacak ve işin asıl çözümünü ‘örtülü arabesk’ yapmakta bulacaktır. Ama için için umulan, beklenen formül de budur. Attila Özdemiroğlu–Sezen Aksu–Aysel Gürel’in “Firuze” formülü, bütün kötü eleştirilere rağmen Türk popunda bir dönüm noktası olacaktır. Bu formül; Sezen Aksu–Onno Tunç beraberliği ile iyice koyultulacak ve bırakın 80’leri, ‘patlama’ yılları olarak tabir edilecek bütün 90’ları bile etkisi altına alacaktır. Hatta işin bu noktasında bir tek Sezen Aksu yetmeyecek, benzerleri bütün piyasayı saracaktır. Neyin arabesk, neyin pop olduğu anlaşılamayacak bir nokta gelene kadar da “Firuze” ağlayacak, bedel ödeyecek (acelesi de yok ya) bekleyecektir.

TÜKETİM CAĞI
90’larda pop müziği yeniden yükselişe geçer. ‘Darbe’ şartları (en azından görünürde) arkamızda kalmış, (yine en azından görünürde) keyfimiz yerine gelmiştir. Tekrar pop müzik talep etmeye başlarız. Aşkın Nur Yengi, Hakan Peker, Yonca Evcimik ve ardından da Tarkan, Mustafa Sandal, Yıldız Tilbe ve Serdar Ortaç kuşağı çıkar ortaya… Sonra da diğerleri: Gökhan Özen, Funda Arar, Hande Yener, Gülşen… 2000’lerle birlikte ise rock patlar. Önce Duman, ardından da Mor Ve Ötesi, rock’un bayrağını en tepeye dikerler.

TÜRK POPU 45 YAŞINDA!
2000’lerin ikinci yarısındayız. Pop ve rock, bazen kavga edermiş gibi görünse de, ‘kardeş kardeş’ geçinip gitmekte. Biz dinleyenler de öyle. Bazen birine, bazen ötekine, hatta bazen ikisine birden kulak veriyoruz. Yaşadıklarımıza bilerek seçerek olsa da olmasa da bu şarkılar eşlik ediyor. 1961-2006: Türk popu 45 yaşında! Artık ’12 Eylül’lerin bile dokunamayacağı kadar eski ve sağlam; renkli ve çeşitli…

Naim Dilmener tarafından kaleme alınan “Masal böyle başlamış” adlı bu yazı, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 1 sayısında (Ağustos – Eylül 2006) yer aldı. Yazıda kullanılan görseller, Naim Dilmener’in arşivinden edinildi. Sayfa tasarımı ve uygulaması Murat Ateş tarafından yapıldı.