bread

Erol Sayan: Bestecilerin hakkı kutsaldır

Kavalla tanıştığında henüz dokuz yaşında olan Erol Sayan, ileride Türk Müziği’ne yapacağı katkıları bilmiyordu belki. Ama yeteneği ve müzik sevgisi okul niteliği taşıyan Ankara Radyosu’nun kapılarını açacaktı. Zamanla dillerden düşmeyen şarkıların bestecisi olan Sayan, birçok ödülün sahibi oldu. Türk Müziği konusunda teorik çalışmalar da yapan Erol Sayan’la çalışmaları hakkında konuştuk.

Müziğe nasıl başladınız?
Aslında müzik hayatım kendiliğinden başladı. Babam memur olduğu için Anadolu’nun birçok yerine gidiyorduk. Çevremizde müzik aleti çalan kimse yoktu o zaman. Sonra anneannem ilkokul sonda bana bir kaval hediye etti. Yarım saat içinde kavalla kulaktan şarkı çalmaya başladım. Ağabeyim de bağlama çalıyordu. Onun sayesinde de bağlamaya heves ettim. Ara sıra bağlama da çalıyordum. O zamana kadar gittiğimiz yerlerde ne ney, ne de tambur çalan görmemiştim. Fakat öyle hevesliydim ki müziğe, 9 yaşında 1500 tane eserin sözlerini altı ortalı sarı bir deftere yazdım. Bu besteler içinde ağır klasik eserler bile vardı. Ben de kendi çabamla, duyduklarım ve dinlediklerim doğrultusunda o eserleri okumaya çalışırdım. Hazırladığım bu defter sayesinde Itri’nin ya da Dede Efendi’nin usulleri, makamları ve dizeleri nasıl kullandığı hakkında 9 yaşında bilgi sahibi olmaya başladım. Bana göre bestecilik alt yapım o eserlerle başlamıştır. O eserlerin bende uyandırdığı duygusal taraf, melodik ve usul birikimiyle bestecilik alt yapım oluşmuştur. Bunu yaparken de kimse yol göstermedi. Kendi kendime yaptım. O zamanlar hoca, okul falan yoktu zaten. Daha sonra babam Ankara’ya tayin olunca Musiki Sevenler Cemiyeti’ne gittim ve ustalarımla, hocalarımla karşılaşmam bundan sonra oldu.

Ustalarınızdan ve ders aldığınız hocalarınızdan bahseder misiniz?
Benim ilk ustam Kastamonu’da Ahmet Çavuş’tu. Ben ona, bugünkü birikimimle bağlamanın Tamburi Cemil Bey’i diyorum. Müthiş bağlama çalıyordu. Ters çalardı ve 45 dakika taksim geçerdi. Ahmet Çavuş benim ilk ustamdır. Ben tamburda taksimleri onun gibi yapmaya çalıştım. Daha sonra Ankara’da, Musiki Sevenler Cemiyeti’nde bestecilikle, notalarla daha çok ilgilenmeye başladım. Orada Sadettin Öktenay’la ve kemençevi Vediha Tunççekiç’le çalışmalarımız oldu. Birlikte mükemmel fasıllar geçtik. 1954 senesinde Sadettin Öktenay’ın zoruyla ben bir tambur edindim ve tambur çalmaya başladım. Bağlamadan tambura geçtim. İlk ustam Ahmet Çavuş gibi çalmaya çalışıyordum. Onun bağlamayla yaptığı taksimi ben tamburda yapmaya çalıştım. Onun sayesinde benim tambur çalmam değişiktir. Ankara’daki bu faaliyetler sırasında Şef Dr. Recai Özdil’den armoni bilgisi almaya başladım. Eskiden Türk Ocağı denirdi, orada daha ileri bir saz teşkilatı vardı. Orada çoksesli konserler verirdik. Dr. Recai Özdil’le yaptığımız bu çalışmaların çok önemli bir tarafı da, verdiğimiz bu konserleri açıklamalı yapmamızdı. Seslendirdiğimiz bütün türküleri, şarkıları, yani yaptığımız o polifonik çalışmayı dinleyiciye açıklayarak sunardık. Çoksesliliği öğretirdik bir bakıma. O dönemde yabancı radyolar bizim peşimize düştü, ama maalesef ülkemizde kimse peşimize düşmedi. Bu çalışmalarla birlikte tamburda ilerlemeye başladım.

Ankara Radyosu’na girme süreciniz nasıl oldu?
1955 yılında radyoda sesten sınava girdim. Fakat sesim kısık olduğu için sınavlarda başarılı olamadım. Dolayısıyla daha çok tambura yöneldim. Kendi çabalarımla musiki mecmularındaki nazariyat notlarından nazariyatı öğrenmiştim. Radyoda sınava girdiğimde bir konservatuar bitirmiş kadar bilgiliydim. Sıkı bir imtihandan geçtik. Büyük usullerden tutun da en zor geçişlere kadar tamburla bana her şeyi yaptırdılar. Ve ben 1961 senesinde tamburla sınavı kazandım ve Ankara Radyosu’na girdim. 1977 yılında İstanbul Radyosu’na tayin oldum. 1982 yılında da kendi isteğimle emekli oldum. Ankara Radyosu’na girdikten sonra idealim olan İsmail Baha Sürelsan hocanın evindeki akademik çalışmalara katıldım. Orada kendisinden çok istifade ettim. İsmail Baha Sürelsan’dan aldığım eğitim lisans üstü bir çalışma gibiydi.

O dönemde Türk Sanat Müziği’nde çokseslilikle ilgili yaptığınız çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Hocam İsmail Baha Sürelsan’ın evinde yaptığımız çalışmalarda müziğimizde çoksesliliğin, müziğimizde var olan “niseb-i şerife”ler yoluyla geliştirilecek teknikle olabileceğini buldum ve geliştirdim. Niseb-i şerife’ye düzgün oran diyoruz, aslında. Yani bir gamdaki sekizli, beşli, dörtlü aralıklara düzgün oranlar deniyor. Ben bunlara bir de üçlüleri kattım. Batı müziğinde major ve minör olmak üzere iki tür üçlü var. Ben, bu çalışmalarımla Türk müziğindeki rast, buselik ya da kürdi makamlarında kullandığımız bazı üçlüleri de katarak bunu çokseslilikte bir eleman olarak kullandım. Ve bunları yaptığım çoksesli çalışmalarda tatbik ettim. Şunu tekrar, ısrarla söylüyorum, mecburuz bunu yapmaya. Çünkü bizden daha önceki batıcılar, yani beşliler dediğimiz Adnan Saygun, Necip Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin’ler ağır armoni yaptıkları için bu millet çoksesliyi sevmedi. Ben, konturpuanla bu işe başlayalım, diyorum. Yani bizim 1955’te Recai Özel’le yaptığımız o çoksesliliği konturpuanla sınırlı tutmak istiyorum. Konturpuan, melodiye karşı melodi yaratmak demek. Tabi bu bestecilerin çok işine gelmiyor. Çünkü daha zor. Üç tane konturpuan çalışması yapacaksa, o zaman üç tane ayrı beste yapmak durumunda, çünkü. Diğer ikinci, üçüncü sesler de birinci ses kadar güzel olmak zorunda.

1967’de Türkiye’nin ikinci üniversite korosunu kurdunuz. Bu nasıl bir deneyimdi?
1964 yılına kadar Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda ve Kız Olgunlaştırma Enstitüleri’nde öğrencilerle teorik derslerin yanı sıra koro çalışmaları da yaptım. Bu korolar 125 kişilik korolardı. O konserlerden birine ODTÜ’den iki arkadaş gelmiş ve beğenmişler. Okulda böyle bir şeye ihtiyaç var, diye düşünmüşler ve bana ulaştılar. Üniversite korosunu düşünür müsünüz, dediler. Tabii koşa koşa gelirim, dedim. Böylece 1967’de Türkiye’nin ikinci üniversite korosunu kurdum. İlk üniversite korosu Nevzat Atlığ tarafından İstanbul’da kurulmuştur. Biz de 1967 senesinde ODTÜ’de Ankara’nın ilk, Türkiye’nin ikinci üniversite korosunu kurmuş olduk. Öyle mükemmel bir grup geldi ki, onlarla hâlâ irtibattayız. 1976 senesine kadar çok güzel konserler verdik. Klasik eserlerin en zor olan parçalarını seslendirdik. Hâlâ o korodaki arkadaşlar bir araya geliyoruz.. Her sene 30 Ağustos’ta, 1967 senesindeki koroyu bir araya getiriyoruz. Bu sene Bergama’da buluşacağız. Ailelerimizle, çocuklarımız, torunlarımızla her sene bir kere kendi kendimize konserler veriyoruz. Birkaç kuşak bir arada, hep birlikte şarkılar söylüyoruz.

Mesam’ın çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Önceki yıllarda bestelerin telifiyle ilgili birçok zorluk yaşadık. Yılmaz Asöcal, Türküola Plak fiirketi olarak, SESAM adı altında benim, Yesari Asım Arsoy’un, Cevdet Çağla’nın, Arif Sami Toker’in ve birçok sanatçının eserlerinin hakkını aldı. Ama o dönemde imzaladığımız kağıtla bütün haklarımızı sonsuza kadar vermişiz, haberimiz sonradan oldu. TRT, SESAM’a belli bir miktar para veriyor ve besteleri istediği kadar çalıyormuş. Bize belli aralıklarla para göndermeye başladılar, ama bizim kazandığımızla onların kazandığını kıyaslarsanız, arada dağlar kadar fark var. Meslek birliklerinin daha müdaheleci ve koruyucu olmaları gerekiyor. Bunca zaman doğru dürüst bir meslek birliği kurulamaması biz bestecilere çok şey kaybettirdi. Ama hâlâ haklarımızın yeterince korunduğunu söyleyemem. Hiçbir şey tek başına bir güç kazanamaz. Birlik olmalıyız. Bir meslek birliği varken karşısına ikinci bir taneyi kurmanın ne alemi var. Birlik olsak bu sorunlar kalmayacak. Bestecilerin hakkı kutsaldır.

HAYATI:
Besteci Erol Sayan 1936 yılında Kastamonu’nun Araç ilçesinde doğdu. Endüstri Meslek Lisesi’nin bitirdi. 1961 yılında Ankara Radyosu sanatçı sınavını kazandı ve emisyonlara tamburla katılmaya başladı. O dönemde Dr. Recai Özdil’den aldığı armoni bilgisini eserlerine uygulamaya başladı. Hocası İsmail Baha Sürelsan’ın evindeki akademik müzik çalışmalarına katıldı. 1963 yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme Hizmetleri İdaresi Yüksek İdarecilik kursunu tamamladı. 1954’te başladığı müzik çalışmalarında edindiği bilgileri, 1964 yılına kadar Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki öğrencilere teorik olarak verdi ve koro çalışmaları yaptı. 1967’de Ankara’nın ilk, Türkiye’nin ikinci üniversite korosunu ODTÜ’de kurdu. Konserlerin yanı sıra bilgisayar eşliğinde ulusal müziğimizin perde ve frekans hesaplarıyla ilgili bilimsel çalışmalar yaptı. Ulusal müziğimizin ses sistemi, makamların oluşmasında kullanılan elemanların ve makamların anlatımı, usul şifresi, vuruşlarda disiplin ve perde adlarının kolay anlaşılır hale getirilmesi çalışmalarına bu yıllarda başladı. 1983-84 eğitim yılında İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda repertuar dersleri verdi. Bu göreve paralel olarak ODTÜ’de 2002-2003 eğitim yılında Tük Müziği dersleri verdi. ODTÜ, Erol Sayan’a 2003 yılında Üstün Hizmet Ödülü verdi. Değişik formlarda 300’ün üzerinde, TRT repertuarında ise 156 eseri vardır. Çeşitli kurum ve kuruluşların düzenlediği beste yarışmalarında çok sayıda birincilik aldı. 1985 yılında TRT’nin düzenlediği yarışmada “Ömrümüzün Baharı Birlikte Geçsin” adlı eseri ile birincilik kazanarak Asiavision şarkı yarışmasında ülkemizi temsil etti. 2003 yılında nazariyatla, usullerle ve çokseslilikle ilgili bilgi ve birikimlerini “Müziğimize Dair” adlı bir kitapta topladı.

Benim ilk ustam Kastamonu’da Ahmet Çavuş’tu. Ben ona, bugünkü birikimimle bağlamanın Tamburi Cemil Bey’i diyorum. Müthiş bağlama çalıyordu. Ters çalardı ve 45 dakika taksim geçerdi. Ahmet Çavuş benim ilk ustamdır. Ben tamburda taksimleri onun gibi yapmaya çalıştım.

Erol Sayan’la yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 9. sayısında (Mayıs – Haziran 2008) yer aldı. Aylin Çalap tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır ve Orçun Peköz tarafından yapıldı.