bread

Klarnetten kule yapan adam: Serkan Çağrı

İlk enstrümental albümü ‘Nefesim’in ardından yeni albümü ‘Alâ’yı çıkaran klarnet sanatçısı Serkan Çağrı, Balkanlar’a dayanan köklerini, hayallerini gerçekleştirmek konusundaki kararlılığını, ‘Klarnet Kulesi’ni anlattı…

Selanikli bir aileden geliyorsunuz. Aileniz zurna yapımcılığı ile uğraşıyormuş. Dedeniz mi başlattı bu işi?
Zurna yapımcılığı üç kuşak öncesinde uğraşılan bir iş. Babamın dedesinden önceki kuşak yani. Baba tarafım mübadele öncesinde Trakya’ya yerleşmiş. Anne tarafım mübadele zamanında Bulgaristan’dan gelmiş. Zurna Balkanlar’da en çok kullanılan enstrümanlardan biri. O dönemde tabii elde yapıyorlarmış. Sonraki kuşaklarda müzisyenlik başlıyor. Babam klarnet çalardı. Ben de ondan görüp özendim. Evde oyuncak namına ancak müzik aletleri vardı. Çünkü küçük yerlerde darbuka, cümbüş, kanun, ud gibi enstrümanları çalan müzisyenlerin bazen maalesef enstrümanları bile olmaz. Babam da birini kendi orkestrasına aldığında ona hemen enstrümanı verip ‘hadi işe gidiyoruz’ diyebilmek için bu aletleri evde bulundururdu. Ben keman da çaldım. Ama hep en çok klarneti sevdim.

Babanız müzisyen olmanızı teşvik etti mi?
Benim müzisyen olmam babamın hep karşı çıktığı bir konuydu. Bunun nedeni de Keşan gibi küçük yerleşimlerde müzisyenlikten geçinmenin çok zor olmasıydı. Öyle düğünlerde çalıp ev geçindirmek zor iştir. Babam kendi yaşadıklarını benim de yaşamamı istemiyordu. Ne kadar iyi sanatkar olursanız olun orada önemli olan ne kadar uzun süre çalıp insanları eğlendirebileceğinizdir. Ben de çok zayıf bir adamı m. Babam hiç kıyamazdı. 5 kardeşten tek erkek olduğum için biraz kıymetli yetiştirildim. Benim o şartlarda çalışmama gönlü hiç razı değildi. O yüzden işe giderken, yetişemeyeceğim tek yer olan gardrobun tepesine saklardı klarneti. Babam gider gitmez ben bir sandalyenin üstüne üç yastık koyup çıkıp alırdım klarneti. Zaman içinde benim ısrarımı görünce git bari bu işi doğru dürüst öğren diye beni konservatuvara
gönderdi. Bu, kasabalardaki müzisyen ailelerde alışageldik bir şey değildir ama babam çok ileri görüşlü bir adamdı.

Konservatuvara başvurduğunuzda enstrümana bayağı hakimdiniz herhalde…
Konservatuvara geldiğimde ben müziği zaten iyi çalıyordum. Ama işin teorisini, müzik kültürünü konservatuvarda öğrendim. Bunlar bana müziğimi hem çalarak hem de teorik olarak daha geniş kitlelere ulaştırabilme şansı verdi. Türkiye’de 100 yıldır klarnet var ama ‘Sol Klarnet Eğitim Metod Kitabı’nı yazdım. İşin altyapısını desteklemek anlamında eğitimli olmak benim için önemli.

İTÜ’ye girişiniz nasıl oldu?
Ben İTÜ’ye geldiğimde sınavın ikinci aşamasında takıldım, geçemedim. O zamanki sınav kriterleri biraz farklıydı. Gelen öğrencinin enstrumantalist kimliği pek öne çıkmıyordu çünkü müzik kulağına, sesine bakılıyordu. Benim sesim kötüdür. Sınavı geçemeyince okula şöyle bir uzaktan baktım ve ‘Sana bir gün geri döneceğim’ dedim. Ege Üniversitesi Konservatuvarı’na ikinci olarak girdim. Ve oraya gitmemim bana çok önemli bir katkısı oldu. Grup Laçin ile çalmaya başladım. 1998’de ‘Bekar Gezelim’ ile ortalığı salladık. İTÜ’ye yatay geçiş yaptım ve okulu bitirdikten sonra da İTÜ’de klarnet eğitmeni olarak kaldım. Bir gün beni lisedeki müzik öğretmenim arayıp ‘Bir zamanlar başını taşına koyup ağladığın okula hoca oldun, mutlu musun?’ diye sordu. ‘Çok mutluyum’ dedim. Dört yıl İTÜ’de eğitmenlik yaptıktan sonra yakın zamanda ayrıldım. Şimdi Haliç Üniversitesi Türk Müziği Konservatuvarı’nda hocalık yapıyorum.

Grup Laçin dışında hangi gruplarda çaldınız?
Mercan Dede ile Göksel Baktagir, Cengiz Baysal, Mehmet Akatay ve benden oluşan ‘Secret Tribe’ grubu olarak çaldık. Dünyanın pek çok yerinde konserler verdik. ‘Yarkın Ritm Grubu’ ile ortak büyük bir Hollanda turumuz oldu. ‘Kardeş Türküler’le çalışmalarım oldu. Ben solo albümlerime yönelince de genç arkadaşlarıma bu önemli gruplarda kapılar açtım. Mesela bir tanesi Aykut Çıtoğlu. Önce Mercan Dede’nin yanında çaldı şimdi Dolapdere Big Gang’de çalı yor.

Ünlü klarnet virtüözü Vassilis Saleas ile ‘İki Yaka Tek Nefes’ adlı bir konser verdiniz. Bu proje nasıl ortaya çıktı?
Önce size bu konudaki inancımı açıklayayım. Ben insanların yaşamlarında kendileri için istedikleri, çizdikleri, hayalini kurdukları şeylerin kişiye doğru geldiğine inanıyorum. Ben hayallerimle yola çıktım. Bugüne kadar yaptığım her şeyin önce hayalini kurdum. Vassilis Saleas dünyadaki bütün klarnetçilerin saygı duyduğu, yakından takip ettiği, hakikaten sihirbaz bir klarnetçi. Çocukluğumdan beri Saleas ile bir konser vermenin hayalini kurmuşumdur. 7 yaşındayken, düğünlerde çaldığı kayıtları bile bulup dinlemiştim. İki yakayı tek nefeste buluşturmak amacıyla kendisiyle bağlantıya geçildi. Onun da çok hoşuna gitti bu fikir. Konserde ortak türküler Türkçe ve Yunanca söylenildi sonra da biz ortak eserler çaldık. Çok anlamlı bir konser oldu.

Klarnette yeni bir perde tasarımı önerdiniz ve Amatideak firması bu klarnetleri ‘Serkan
Çağrı’ model olarak üretmeye başladı. Zurna yapımcılığı ruhu, genlerden geçmiş olmalı…

Aslında çok doğru söylüyorsunuz, daha önce hiç bu şekilde hiç düşünmemiştim. Dedelerimden gelen yapımcılık ruhu bana da geçmiş olabilir. Türk musikisinde kullanılan sol klarnet çalarken bir eksiklik hissediyordum. Küçük bir tasarım değişikliği yapıp firmaya önerdim. Firma 8 -10 aylık bir çalışmadan ve birçok ‘yapboz’dan sonra bu modeli benim adımla üretmeye başladı. Bir ödül töreni organize edip bana sertifika verdiler. Bu yaşarken ölümsüzlük bence. Bunu Türkiye’deki klarnet dünyasının başarısı olarak görüyorum.

Klarnetin Türkiye’ye nasıl gelmiş?
Klarnetin atası, bir barok dönemi enstrümanı olan ‘Chalumeau’. Klarnet bize resmi olarak Mızıka – i Hümayun yani Saray Bandosu’yla gelmiş Donizetti Paşa’nın teşvikiyle. Ancak daha evvelinde Balkanlardan gelen göçebe müzisyenler aracılığıyla Türkiye’ye girmiş. Yaptığım araştırmada, Ceride – i Havadis gazetesinde, kahvesinde klarnet çalan iki klarnetçiyi bıçaklayan bir adamın haberine rastlamıştım. Gazetenin tarihi klarnetin saray bandosuna girmesinden daha önceye rastlıyordu. Düğün, dernek, eğlenceler ve bu gezgin müzisyenler sayesinde klarnet yerel halk arasında yerini almış. Türk müziğinde icrasına da 1900’lü yılların başında Klarnet İbrahim Efendi ismiyle başlanılmış. Sonra da Şükrü Tunar, Mustafa Kandıralı gibi klarnetçiler bu günlere taşımışlar.

Sulukule’deki yıkıma karşı çıkarak ‘Nefesimizi Kesmeyin’ sloganıyla ‘Klarnetkule Orkestrası’nı kurdunuz. Bu orkestra nasıl kuruldu, neler yaptı?
Bizim klarnet camiamızda maalesef iki üç klarnetçi yan yana gelip bir şey yapamaz. Ama müzik paylaşıldıkça çoğalan bir şey. Ben de klarnetçi arkadaşları nasıl bir araya getiririm diye düşünürken bağlı olduğum üniversite, kentsel dönüşüm projesi adı altında yapılan bu kültür tahribine karşı beni harekete geçmek konusunda destekledi. Bu ülkeyi uzun yıllardır doyuran bu müzik kültürünün yok olmaması için üzerime düşeni yapmam gerekiyordu. Önce mahallede bir klarnet atölyesi çalışması yaptık. Ardından bu klarnetçileri sahnede bir araya getirmeye karar verdik. Sonunda Garajistanbul’da 20 klarnet ve 20 eşlikçi ile konser verdik. Çok güzel bir kalabalık vardı. Hatta Mehmet Ali Alabora davul zurnayla Taksim meydanına çıkıp insanları konsere topladı. Burada küçük de olsa bir destek toplandı. Sulukule’de çok yetenekli çocuklar var. Ama konservatuvara girebilmeleri içi gerekli temel müzik bilgisine sahip değiller. Onlara bu şekilde destek olabilmek de gerekiyor.

Alâ
Serkan Çağrı yeni albümü “Alâ”da, geleneksel icradaki ustalığını teorik birikimleriyle birleştirip dinleyicileri klarnetin neşeli, eğlenceli yüzü ile tanıştırıyor. İskender Paydaş’ın prodüktörlüğünü üstlendiği “Alâ”da, Türk, Yunan, Azeri ve Kırım geleneksel bestelerinin yanı sıra Çağrı’nın “İğde Kokulum” ve “Mori” adlı iki bestesi bulunuyor. Ayrıca Tolga Kılıç’ın “Concierto De Aranjuez” ve “Yalgızam”ın düzenlemelerini yaptığı albümde diğer tüm bestelerin aranjeleri de İskender Paydaş’a ait. İskender Paydaş, Mehmet Akatay, Erdem Sökmen, İsmail Soyberk, Cenk Erdoğan, Özgür Yurtoğlu, İrfan Seyhan, Fatih Ahıskalı, Bekir Sakarya, Hasan Gözetlik, Onur Nar, Hakan Güngör, Koçani Orkestrası, Gündem Yaylı Grubu gibi değerli müzisyenler ve gruplar enstrümanlarıyla; Fuat Saka, Murat Çekem, Mehmet Akatay ve Atiye de vokalleriyle albüme renk katmış.

Çocukluğumdan beri Saleas ile bir konser vermenin hayalini kurmuşumdur. 7 yaşındayken, düğünlerde çaldığı kayıtları bile bulup dinlemiştim. İki yakayı tek nefeste buluşturmak amacıyla kendisiyle bağlantıya geçildi. Onun da çok hoşuna gitti bu fikir. Konserde ortak türküler Türkçe ve Yunanca söylenildi sonra da biz ortak eserler çaldık.

Serkan Çağrı’yla yapılan bu söyleşi, Tetra İletişim tarafından, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) için üretilen “Mesam Vizyon” dergisinin 8. sayısında (Mart – Nisan 2008) yer aldı. Esra Okutan tarafından gerçekleştirilen söyleşinin fotoğraflarını Teoman Gürzihin çekti. Sayfa tasarımı ve uygulaması Didem İncesağır tarafından yapıldı.